"Nasıl yaşarsanız..."

A -
A +

Bazen gazetelerde insanı derin düşünceye sevkeden, ibretli haberler çıkıyor. İşte size birkaç örnek: "Tek kişilik dans şovlarıyla ün kazanan 83 yaşındaki Şemsettin Ünlü, hayata gözlerini bir dans pistinde yumdu. Yakınlarının 'hiç yaşlanmayan çocuk' olarak tanımladığı Ünlü, vasiyetini şu şekilde açıklamıştı: 'Cenazemin ardından müzikle dans edin. Akşamına da bira için, çalın, eğlenin!' Hiçbir etkinliği kaçırmayan Şemsi Amca'yı Bluesseverler daha çok festivallerdeki tek kişilik şovlarıyla tanıdılar. Dans pistinin açılışını hep o yapardı. Eğlenceye, dansa, kadınlara; kısacası yaşama aşırı düşkündü. Eşi ile birlikte (.....) plazaya giden tanınmış dansçı Şemsettin Ünlü, gece boyunca arkadaşlarıyla dans edip pistten inmedi. Gecenin sonuna doğru dans ettiği pistte fenalaşan Blues Dede, oturdukları masaya geldi ve eşinin kucağına yığılarak kalp krizinden öldü." (Hürriyet, 20.5.2005) Halen hayatta olan ve kolon kanserine karşı tedaviyi reddeden 76 yaşındaki ünlü bir sunucu da kansere karşı kemoterapiyi reddederek 'Öleceksem böyle ayakta öleyim' demiş. (Sabah, 27.5.2005) Meşhur şarkıcı Zeki Müren de yıllar önce sahnede ölmüştü. Yine meşhur müzisyen Selahattin Pınar da, vasiyetinde, her yıl ölüm yıldönümünde, kabrine rakı dökülmesini vasiyet etmiş, kendisi de meyhanede ölmüştü. Bütün bunlar Peygamber efendimizin şu eşsiz sözlerini hatırlatıyor insana: "Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz!" İnsanlık tarihi boyunca herkesin kabul ettiği, kimsenin şüphe etmediği bir gerçek var. O da ölüm gerçeği. Kimse bundan kaçamamıştır. Dünyaya milyarlarca insan gelmiş. Bir müddet yaşamışlar. Sonra, ölüp gitmişler. Bunların bazıları zengin imiş, bazıları fakir. Kimi güzel imiş, kimi çirkin. Kimi zâlim imiş, kimi mazlum. O hâllerinin de hepsi geçti, unutuldu. Onların bir kısmı inandı, Müslüman oldu, bir kısmı da inanmadı. Fakat inanan da inanmayan da öldü, dünyada kalmadı. Bir İslam büyüğü insanın bu kaçınılmaz sonu ile ilgili şöyle buyuruyor: Ey insan! İyi düşün! Birkaç sene sonra, sen de, bunlardan biri olacaksın. Şimdi, geçmiş senelerin nasıl bir hayâl oldu ise, o zaman, bütün ömrün, bütün hayatın, çalışmaların, didinmelerin hep hayal, bir rüyâ gibi olacak. O zaman, sen o iki kısmın hangisinden olmak istersin? Hiçbirinden olmak istemem diyemezsin. Buna imkan yok! Çaresiz, onların arasına gideceksin! Allahın var olduğunu, Cennete, Cehenneme inanmayı, akıl da, ilim de, fen de reddedemiyor. Böyle şey olamaz diyemiyorlar. İnanmayanlar, inkâr etmelerine akıl ile, fen ile bir vesika gösteremiyorlar. Hâlbuki inanmak lâzım olduğunu gösteren vesikalar sayılamayacak kadar çoktur. Dünya kütüphâneleri bu vesikaları bildiren kitaplarla doludur. Onlar nefslerine, zevklerine aldanarak inkâr ediyorlar. Zevklerinden başka bir şey düşünmüyorlar. Hâlbuki, İslâmiyet zevki yasak etmemiştir. Zevklenmenin zararlı olmasını yasaklamıştır. O hâlde, aklı olan kimse, zevklerini Allahü teâlânın gösterdiği yoldan temin eder. İslâmın güzel ahlâkı ile süslenir. Herkese iyilik eder. Kendisine kötülük yapanlara iyilikle karşılık verir. İyilik yapamazsa, hiç olmazsa sabreder. Yıkıcı olmaz. Yapıcı olur. Böylece, kendisi de hem zevklerine, hem de rahata, huzura kavuşur. Hem de, âhiretin sonsuz azâblarından kurtulur. Görülüyor ki, bütün rahatlıkların, saadetlerin başı, iman etmekte, Müslüman olmaktadır. İman etmek de, çok kolaydır. İman, altı şeyi öğrenip, bunlara kalbinden, inanmak demektir. İman eden, Allahü teâlânın emirlerine teslim olur. Böylece, Müslüman olur, sonsuz saadete kavuşur.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.