Dün, Tanzimattan beri, aydınlarımızın inancımıza, manevi değerlerimize, mesafeli olmaları, soğuk davranmaları, hatta düşmanca tavır sergilemeleri sebebiyle inanç boşluğu oluştuğundan; halkımızın da bu boşluğu doldurmak için çeşitli arayışlara yöneldiğinden bahsetmiştik. Aydınlarımız sadece inanç konusunda değil, geçmişimize, tarihimize karşı da mesafeli durdular hatta reddi mirasta bulundular. Geçmişimizi, kahramanlıklarımızı, insan hakları, din ve vicdan hürriyetindeki hoşgörümüzü, asırlarca dünyaya nizam verdiğimizi görmezlikten geldiler. "ÇOK İSTİFADE EDİYORUZ" Geçmişini kötüleyen, geçmişinden utanan, hatta inkâr eden bizim gibi bir millet az bulunur; belki de hiç yoktur. Birçok farklı kültürdeki, dindeki, dildeki insanları Osmanlı altı asır nasıl bir arada tutabildi, bunun sırrını araştırmaktadırlar. Eski başkan Clinton ve ondan önceki ve sonraki başkanlar, "Osmanlıdan çok istifade ediyoruz" demişlerdir. Herkes bizim geçmişimizden, kültürümüzden istifade ederken biz niçin mahrum kalalım? Yalnız kapitalist devlet adamları değil, çeşitli siyasi görüşteki birçok devlet adamı hatta komünistler bile Osmanlıdan çok şey öğrenmişler. Bunları açıkça da ifade etmişlerdir. Örneğin Emekli Büyükelçi Oğuz Gökmen, "Bir Zamanlar Hariciye" kitabında naklettiği Yugoslavya'da görevli iken geçen şu anekdot çok ibretlidir: "Bir gün, üst düzey protokol ile ava çıkmıştık. Devlet Başkanı Tito bana 'Osmanlı' diye hitab ederek: 'İyi iyi ama hiç domuz vuran olmamış, sen de vuramamışsın!' dedi. Kendisinin vurduğu üç büyük yaban domuzu karşısında yerde yatıyordu. Bana 'Siz Osmanlılar yemezsiniz ama domuz öldürmeyi seversiniz!' dedi ve arkasından gevrek bir kahkaha attı. Sonra, 'Sizler için Macaristan'dan özel olarak beslenmiş sülünler getirttik!' dedi. Gerçekten de öyle imiş. Kendilerinde pek kalmamış, Macarlar yetiştiriyormuş kafeslerde getirip Kara Yorgi Ormanlarına salıvermişler. Zavallı mahluklar silah sesini duyar duymaz yaralı veya değil patır patır düşmeleri de anlaşılan bu yüzden olmalı idi. Bazıları yere düştükten sonra toparlanıyorlar koşmaya başlıyorlardı. Tito çok keyifli idi. Bana 'Bu sülünler Mohaç'tan kaçmışlar, Osmanlıdan kaçmışlar!' diyerek latife etmek istedi. Kendisine 'Bizler artık Osmanlı değiliz!' diyecek oldum. Daha tercümeyi beklemeden, 'Osmanlısınız bre. Osmanlısınız... Ne çekiniyorsun Osmanlıyım demekten!.. Biz bu memlekette altı milleti bir arada yaşatmayı, yönetmeyi Osmanlı'dan öğrendik!' dedi..." Görüyorsunuz, yabancılar bile Osmanlıyız demekten çekindiğimizi biliyorlar... Aslında bu geçmişi kötüleme reddetme yeni değildir. Geçmişte de her yeni rejimde çok tekrarlandı. İkinci Meşrutiyetçiler kendi varlıklarını, düşüncelerini kabul ettirebilmek için, daha önceki dönemi, bir felaket olarak gösterdiler. Eğer bunlara değer verilirse o rejimin tekrar geleceğini söylediler. MAKSAT BAŞKA! Son devir değerli ilim adamlarımızdan Prof. Erol Güngör bu tür düşüncelerin yanlışlığını ortaya koyduktan sonra neticeyi şu şekilde bağlıyor: "Korkunun sebebi geçmişe duyulan hayranlığın Türkiye'yi eski rejime götürebileceğidir. Eski zamana hasret duyanlar çıkabilir, fakat 'ilericilik' aşkıyla tarihe engel olanların bütün gücü katılacak olsa yine hiç kimse eskiyi geri getiremez. Bir kimse Marmara'nın Konya Ovasına akıtılabileceğini söylese bu fikir çok saçma bulunabilir, ama bunun gerçekleşeceğinden korkmak asıl büyük saçmalıktır. Dolayısıyla olmayacak şeyler üzerine korkular bina etmenin hiçbir faydası olamaz." Geçmişin geri gelmeyeceğini onlar da biliyorlar. Maksatları, bunu bahane ederek, dinin önünü kesmek, dinden uzaklaştırmak. İki gündür üzerinde durduğumuz bazı entel kimselerin Hind felsefesine yönelişlerinin sebebi bu değil mi?