Dün, Mevlid Kandilinin faziletinden bahsetmiştik. Bugün de, bu vesile ile ülkemizin yetiştirdiği ender mütefekkirlerden olan "Evlad-ı Resul"'den, rahmetli Seyyid Ahmet Arvasi hocanın yakarışını, münacatını sizlere sunmak istiyorum: "Seni çok özledik. Galiba, derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin, bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir özlem içindeyiz. Yüce ve mukaddes kitabımız Kur'an-ı kerim'den öğrenmiş bulunuyoruz ki insan, kâinatın hülasası, sen ise, bu hülasanın asli cevherisin. Sen yaratılmasaydın, "âlem" yaratılmaya değmezdi. Bütün yüce değerlerin mihengi sensin. Yüce Allah, seni, varlığın ve yüce değerlerin merkezi olarak yarattı. Yaradılmışlar seninle manalandı. Bu dünya seninle şereflendi. Şimdi o, senin mübarek vücudunu, bağrında taşıdığı için, fezada şevkle dolaşmaktadır. Güneş, Ay ve diğer yıldızlar, "Dünya" adlı yıldızı nasıl kıskanmasınlar? Yaratıkların en aşağısı olan "toprak" ve "yer", seninle nurdan daha aziz oldu. Senin dolaştığın Mekke toprakları, "Sur" üfürüldüğü zaman, tozlarını silkip kalkacağın Medine toprakları, üzerinde ve sinelerinde seni taşımakla "mükerrem" ve "münevver" oldular. GÖZYAŞLARI DİNDİ! Sen dünyamıza doğmadan önce, kızgın kumlara gömülen bebeklerin çığlıkları, vicdanları yakmıyordu. Burnu halkalı ve alnı damgalı köleler ümitsizdi. Kadınlar kocalarına, kocalar putlara tapınıyordu. Fuhuş, kumar, içki, faiz, ihtikar, kan ve zulüm o dereceye varmıştı ki, zayıflar evlerine, "Ehl-i Kitap" dağ başlarına ve ıssız vadilere sığınmışlardı. Zalimler ve şerefsizler, bütün makam ve mevkileri işgal etmiş, mazlumlar ve şerefli insanlar yerlerde sürünüyorlardı. Sen geldin, çığlıklar bitti, gözyaşları dindi, köleler hür oldu, kadınlar yüceldi, erkekler "sahte tanrıları" kırdılar; iffet, helal kazanç ve kardeşlik yeniden doğdu. Hak, adalet, şefkat ve hizmet, devlet oldu. Zalimler, mağrurlar, alçaldılar, kahroldular. Garipler, sahipsizler, kimsesizler, sende ve senin "aziz kadronda" sevgi, saygı, yakınlık ve kardeşlik buldular. Güçsüzler senin meclisinde güçlendiler, kendilerinde güç vehmedenler "Hakk'ın karşısında" el bağladılar. Mazlumlar, senin şefkat ve merhametinde huzur ve tevazu buldular; zalimler, senin heybetinle titrediler. Tebessümün, kimsesizlere cesaret verirken, mübarek alnında kabaran damarlar zalimlerin ödünü koparıyordu. Sen, 'Vefatımdan sonra, bana selam gönderin, onu bana ulaştırırlar" diye buyurmuştun. Sana "yağmur taneleri sayısınca", "ağaçlardaki yapraklar miktarınca", "denizlerdeki su damlaları kadar" selam sunuyoruz. SENİ ÇOK ÖZLEDİK! Sana, ne kadar muhtaç olduğumuzu biliyorsun. Sen "âlemlere rahmet olarak" gönderilensin, bizi terk etme, "İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi de kahreder misin?" diyerek Yüce Allah'a yalvarmamızı, bize sen öğretmedin mi? Evet, Sevgili Peygamberimiz, seni, çok, hem pek çok özledik. Şu anda mazlum, mağdur, zelil ve perişan düşen ve sayıları bir milyarı aşan İslam Dünyası'nın acıklı durumunu elbette görüyorsun. Ey mana âleminin Sultanı! Bizim için Allah'a duacı ol; ne olursun bizden davacı olma!" Şefâat yâ Resûlallah! Beterdir günbegün hâlim, begâyet, yâ Resûlallah! Düzelsin artık ef'âlim, inâyet yâ Resûlallah! Azıttı bu denî nefsim, beni şeytâna uydurdu. Ne mümkin bunca isyânla, dehâlet yâ Resûlallah! Aceb kâbil mi kurtulmak, hevây-i nefs-ü şeytândan? Erişmezse, eğer senden, hidâyet yâ Resûlallah! Gelince feyz-ü ihsânın, günâhkâr kimseye bir ân, Onun râhı, dü-âlemde, selâmet yâ Resûlallah! Emri, nehyi ta'zîm etdim, harâma demedim halâl. Her günâhın sonu oldu, nedâmet yâ Resûlallah! Ey ins-ü cinnin Resûlü, insanların en üstünü, İhlâsıma bağışla kıl, şefâ'at yâ Resûlallah! ( Begâyet; pek çok. Dehalet; sığınma. Râh; yol. Dü âlem; dünya ve ahiret. İnayet; yardım, ihsan. Ef'âl; haller, ameller.)