Dün, misyonerlerin strateji değiştirerek yeni taktiklerle yoğun bir şekilde Hıristiyanlığı yayma faaliyetlerinden bahsetmiştik. Haklı olarak bazı okuyucularım arayıp, " Bu tehlikeden, kendimizi ve çocuklarımızı korunmak için bizim ne yapmamız lazım?" diye sordular. Bu soruya cevap verebilmek için önce tehlikenin kaynağına inmek gerekir. Ekonomik krizler sebebiyle, hayat mücadelesi veren, evinin nafakasını temin için icabında gece gündüz çalışan halkımızda manevi yönden önemli bir boşluk oluştu. Bu, İslamiyeti gereği kadar bilmeme ve yaşamama boşluğu. Dinî şuur ile yetiştirilemeyen gençlik, farkında olmadan çeşitli arayışlara girdi. Kendi gayretleri ile içindeki manevi boşluğu doldurma gayretiydi bu. Tam bu safhada devreye giren misyonerler her türlü cazip yaklaşımlarla gençlere el atıp tuzaklarına düşürdüler. Gençlerimizin, içine düştüğü bu feci, içler acısı halini, Rahip Santoro'nun 11 Mayıs 2004'te Monteveglio Manastırı'nın sorumlusu Rahip Athos Righi'ye Trabzon'dan gönderdiği mektuptaki anekdotlar açıkca ortaya koymaktadır: " 25 yaşlarında bir delikanlı, dün beni yolda çevirerek "Tam üç aydır kiliseye dua etmeye geliyorum" dedi. Sonra bir kadın bana, "Kiliseye gelince nefes alabiliyorum, temiz havayı hissediyorum, yüreğimde sakinliği hissediyorum" dedi. İki kız geldi. Biri bana açıldı. Son zamanlarda kendimi mutsuz hissediyorum, birkaç haftadır Hıristiyanlığı düşünüyorum, dediğinde onlara, Aziz Jean'in İncili üzerine bir şeyler okudum. İki genç kız başlarını öne eğerek ve onaylayarak "Tanrı tektir. Ne fark var; ha İslam ha Hıristiyanlık, dediler. Bir televizyonda müzik programları yapan bir kadın geldi. Kendisi için dua etmemi istiyordu. Daha sonra bana "Tanrı aşkını bana aşıladığınız için teşekkür ederim" dedi. Anneler günüydü. Bir genç Müslüman elinde çiçeklerle kiliseye geldi ve bana "Bugün Anneler Günü. Ben bu çiçekleri Hazreti Meryem'e sunmak istiyorum" dedi. Bir başka Müslüman genç, kilisenin restorasyonunda, temizliğinde ve yokluğumuzda bekçiliğinde yardım ediyor..." Papaz mektubunu şöyle bitiriyor: "Bunlar küçük, ama umuda dair ayrıntılar..." Ayin başına 100 dolar para vererek Müslüman gençleri kiliseye toplayan Papazın bu itirafları, tehlikenin boyutunu, gençlerdeki mevcut inanç boşluğunu herhalde ortaya koyuyor. Bu Müslüman çocuklarının Hıristiyanlaşmasında bizim hiç mi sorumluluğumuz yok, bunu başımızı iki elimiz arasına koyup iyice düşünmemiz lazım. Kendimizi sorgulamamız lazım. Bugüne kadar çocuklarımıza dinimizi öğretmekle ilgili ne yaptık, bundan sonra ne yapmamız lazım? Bunun muhasebesini yapmanın zamanı geldi ve geçmek üzere. Yapılacak şey aslında çok kolay. Ecdadımızın asırlardır yaptığı gibi dinimizi ilmihal kitaplarından önce kendimiz iyice öğrenip sonra da çoluk çocuğumuza öğretmektir. Müsait zamanlarda ailece oturup beraberce bu kitapları okumaktır. Çocuklarımızın eline bir meal tutuşturmakla din öğretilemez. Aksine, dinden uzaklaşmanın bir sebebi de, çeşitli şüphelerin oluşmasına sebep olan "Meal"lerdir. "Mealciliğin" bu kadar yaygınlaşması da, Batı'nın, empoze etmesi ile olmuştur. Bunun öncülüğünü de, Zeki Megamiz ve Mihran isimli iki gayri müslim yapmıştır. Bu tehlikeden korunabilmek için, dinimizi öğrenmenin ve öğretmenin yanında, merak için de olsa, kiliseye gitmemeliyiz, misyonerlerin toplantılarına katılmamalıyız ve dağıttıkları kitapları almamalıyız. Bunları hafife alıp, tartışmaya girmemeliyiz. Çünkü bunlar bu konuda özel eğitim almışlar, demagojiyi iyi bilen kimselerdir. Tartışmada, kafa karıştıracak usulleri, soruları çok iyi bilirler. Tartışabilmek için ilmin yanında, demagoji, tartışma ilmini de iyi bilmek gerekir. ------------------------------------------------------------------ Tel: 0 212 - 454 38 21 Faks: 0 212 - 454 38 29