Bugün, Osmanlı İmparatorluğunun yok olması ile noktalanacak büyük bir maceraya sürüklenişinin yıl dönümüdür. Yani, Sultan II. Abdülhamid Han'ın hal edilip, bir avuç maceraperestin iş başına geçtiği gündür. Abdülhamid Han, şahsi gayretleri ile dâhiyane siyasetiyle devleti 33 yıl ayakta tutabilmişti. Başta İngilizler olmak üzere, Abdülhamid Han'ı devirmedikçe Osmanlı'yı yok etmelerinin mümkün olmadığını anlayan dış güçler bu yola tevessül ettiler. Üstelik işin en üzüntü verici yanı, bu hallin; bırakın altı asırlık bir devletin sultanına, sıradan bir Müslüman Türk vatandaşına bile yakışmayacak şekilde yapılmasıdır. Abdülhamid Han, her türlü baskıya rağmen şu iki şeyi yapmamakta ölümü pahasına da olsa direnmişti. Bunlardan birisi Ermeni meselesi, diğeri Yahudilerin toprak talepleri. Memleketin bütünlüğü konusunda fevkalâde hassasiyet gösteren Abdülhamîd Han, Berlin Andlaşmasının, Ermenilerle ilgili 61. maddesini tatbik etmemişti. Bunun Ermeni muhtariyetini doğuracağını görerek; "Ölürüm de bu maddeyi uygulayamam" demişti. Sultan Abdülhamîd Han'ın şiddetle karşı koyduğu konulardan biri de Filistin meselesi idi. Yahûdiler Arz-ı Mev'ûd (vadedilmiş topraklar) üzerinde devlet kurma çalışmalarına İngiltere'de başlamışlardı. Başına da Theodor Herzl getirilmişti. Herzl, Filistin'de bir aristokratik cumhuriyet kurmak için izin istedi ve bâzı tekliflerde bulundu. Hattâ, Osmanlı Devleti'nin bütün borçlarını ödemeyi taahhüd etti. Sultan, teklifleri kabul etmeyerek târihe altın harflerle geçen şu cevâbını vermişti: "Ben bir karış dahi olsa toprak satmam; zîrâ bu vatan bana değil milletime âittir. Milletim bu devleti kanlarını dökerek kazanmış ve yine kanıyla mahsuldar kılmıştır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim, Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne'de şehîd düşmüşlerdir, bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanlarında kalmışlardır. Bu vatan bana âid değildir. Türk milletinindir ve ben onun hiçbir parçasını veremem. Yahûdiler milyarlarını kendilerine saklasınlar. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem." Herzl, Abdülhamîd Han'ın bu cevabından sonra da arzusundan vazgeçmedi. Batı'nın desteği ile Jön Türkleri, Ermeni ve Rumları pâdişâha karşı kışkırttı ve onları ikna etti. İttihatçılar bir kısım mebuslarla Yeşilköy'de yaptıkları gizli bir toplantıda, Sultan Abdülhamid Han'ı tahtından indirme kararı alınca bir Rum mebus; "Yapmayın efendiler! günahtır, günah. Sultan Abdülhamid Han, bu memleketin nûrudur. Dünyâda denge unsurudur. O'nu tahtından indirirseniz dünyâ perişân olur" demiştir. Bu toplantıda tefsir yazarı Elmalı Hamdi Yazır da vardı. O'nun bu feryadını, ne yazık ki, o günün siyasetçileri ve din adamları bir Rum mebusu kadar anlayamamışlardı. Nihayet, 27 Nisan 1909 günü Ayan ve Meb'ûslar Meclisi toplandı. Gazi Ahmed Muhtar Paşa, önceden kararlaştırıldığı gibi Pâdişâh'ın hal edilmesini teklif etti. Hal fetvasının ilk müsveddesini de Elmalılı Hamdi Yazır yazdı. Alınan kararı tebliğ için gönderilen heyetin teşekkül tarzı ise, Türk târihinin en yüz kızartıcı hâdiselerinden birisi oldu. Heyette tek bir Türk yoktu. Heyet, Yahûdi Emanuel Karasso, Arnavut Esat Toptanî, Ermeni Aram ve katışık soydan Arif Hikmet Paşa'dan ibaretti. Pâdişâh, hal kararını tebliğe gelenlerin kimler olduğunu sorup öğrenince; "Bir Türk pâdişâhına, İslâm halîfesine hal karârını bildirmek için bir Yahûdi, bir Ermeni, bir Arnavut ve bir nankörden başkasını bulamadılar mı?!." demekten kendini alamadı. ----------------------------------------------- Tel: 0 212 - 454 38 21 Faks: 0 212 - 454 38 29 www.mehmetoruc.com