Günümüzde kimse kimseye güvenmiyor. Bırakın sokaktaki insanları, baba oğlunun, oğul babasının doğru söylediğinden emin değil. Hadis-i şerifte, "Doğruluk, sükun ve huzurdur" buyuruldu. Böyle ailede, böyle cemiyette huzur olur mu? Yalancılık ne kadar kötüyse, doğruluk da o kadar iyi, güzel ve faziletlidir. Peygamber efendimize olgunluğun alameti sorulduğunda "Doğru konuşmak ve doğrulukla iş yapmaktır" buyurdu. Yine Peygamber efendimiz, "Tehlikenin doğruluk içinde olduğunu görseniz dahi, doğruyu arayınız! Çünkü doğrulukta kurtuluş ve selamet vardır." Hazret-i Ömer, halîfeliği zamanında bir gün arkadaşları ile oturmuş sohbet ediyordu. Bu sırada iki genç huzuruna geldi. Yanlarında kollarından sıkıca tuttukları bir genç vardı. Kollarından tutulan genç, temiz giyimli mert birine benziyordu. Hz. Ömer geliş sebebini sorunca, "Bu genç, babamızı öldürdü. Bunun muhâkeme edilmesini istiyoruz. Bunun için geldik" dedi. Hazret-i Ömer, her iki tarafın da ifâdelerini aldı. Hâdisenin nasıl cereyan ettiği iyice öğrenildikten sonra zanlı genç suçlu görülerek idâma mahkûm edildi. Delikanlı kararı sükûnetle dinledikten sonra, dedi ki: - Siz, mü'minlerin emîrisiniz. Emriniz başımızın üzerinedir. Kararın yerine getirilmesine hazırım. Ancak, babam vefât etmezden önce paralarını ayırmış, bana, "Oğlum, şunlar senin, şunlar da kardeşinindir. Büyüyünceye kadar sen muhâfaza et! Büyüyünce kendisine verirsin" diye vasiyet etmişti. Ben de bu paraları bir yere gömdüm. Şimdi karar infaz edilirse, bu paralar orada kalır. Çünkü benden başka yerini bilen yoktur. Yetim hakkı zâyi olur. Bana üç gün müsaade ederseniz gider emâneti ehil birine teslim ederim. Sonra da gelir teslim olurum. Hazret-i Ömer, "Yerine bir kefil bırakman lâzım" buyurdu. Genç, "Burada bulunanlardan biri bana kefil olur?" dedi. O zaman, "Kefilini göster!" buyurdu. Genç, orada bulunanların yüzüne dikkatlice baktı. Sonra Ebû Zer Gıfarî hazretlerini göstererek, "İşte bu zât kefil olur" dedi. Hazret-i Ömer sordu: "Ey Ebû Zer, kefil olur musun?" "Evet, üç güne kadar döneceğine ben kefil olurum." Bunun üzerine genç serbest bırakıldı. Aradan üç gün geçti. Mühlet bitmek üzereydi. Davacı gençler gelmiş fakat, suçlu genç gelmemişti. Davacılar, "Ey Ebû Zer, kefil olduğun genç gelmedi. Madem o gelmedi, sen onun kefili olarak, onun cezâsını çekmedikçe buradan ayrılmayız" dediler. Ebû Zer hazretleri gayet sakin bir şekilde, "Daha vakit var, sürenin sonuna kadar bekleyin bakalım. Eğer gelmezse, ben hazırım, dedi." Nihâyet bildirilen vakit doldu. Ebû Zer hazretleri de ortaya çıkıp, cezâsının infazını istedi. Tam bu sırada, toz duman içinde birinin gelmekte olduğunu gördüler. Gelen, o gençten başkası değildi. Genç geciktiği için özür dileyerek: - Parayı bulup dayıma teslim ettim. Kardeşimi de ona emânet ettim. Dayımın yeri hayli uzak olduğu için ancak bu zamanda gelebildim, dedi. Orada bulunanlar, gencin sözünde durmasına hayran kaldılar. Bu husûsu kendisine söylediklerinde: "Mert olan hakîki müslüman sözünde durur. Arkamdan, "Artık dünyada sözünde duran kalmadı" dedirtmem." dedi. Ebû Zer hazretlerine, genci tanımadığı hâlde neden kefil olduğunu sorduklarında: -Genç bana güvenerek, "Bu bana kefil olur" dedi. Bunu reddetmeyi mürüvvete, insanlığa sığdıramadım. Âlemde fazîlet, iyilik kalmamış, dedirtmem. Bu durumu gören davacılar: -Biz de bu dünyada kerem sahibi, cömert kalmadı dedirtmeyiz. Allah rızâsı için, davamızdan vazgeçtik, ölenin vârisleri olarak affettik, dediler...