Amr bin Âs hazretleri Müslüman olduktan sonraki halini şöyle anlatır: Müslüman olmanın verdiği bir haz ile kendimi kuş gibi hafif hissederek arkadaşlarımın yanına döndüm ve Müslüman olduğumu sakladım. Bir işimi bahâne ederek, geldiğim kişilerden ayrıldım. Limana giderek Şuaybe'ye giden kereste yüklü bir gemiye bindim. Şuaybe'ye gelince, gemiden inip, bir deve satın alarak, Medîne'ye gitmek için yola koyuldum. Merruzzahrân'ı geçtikten bir süre sonra yolda, Hâlid bin Velîd ve Osman bin Talhâ ile karşılaştım. Hâlid bin Velîd'e sordum: - Ey Ebû Süleymân! Nereye gidiyorsun? - Ey Amr! Tutulacak yol belli oldu. İş aydınlandı. Bu zât muhakkak Allahın resûlüdür. Ben hemen gidip Müslüman olacağım. Aklı başında olan kimselerden Müslüman olmayan kalmadı. Bunun üzerine; - Ben de O'nun yanına gidiyorum, dedim. Hep birlikte orada konakladık. Sabah olunca Medîne'ye gitmek üzere yola çıktık. Harre mevkiinde develerimizi çöktürdük. Üzerimize temiz elbiseler giydik. O arada ikindi ezânı okundu. Resûlullahın yanına gittik. Yüzü ayın on dördü gibi parlıyordu. Mü'minler etrafını sarmışlardı. Önce Hâlid bin Velîd bîât ederek Müslüman oldu. Sonra Osman bin Talhâ bîât ederek Müslüman oldu. O sırada kendimi birden Resûl-i ekremin önüne oturmuş buldum. Utancımdan dolayı yüzüne bakamıyordum. - Yâ Resûlallah! Sağ elinizi açınız da, size bîât edeyim, dedim. Server-i âlem elini açınca, ben elimi çektim. Bunun üzerine buyurdular ki: - Yâ Amr! Sana ne oldu? - Bîat için şart koşmak istiyorum. - Şartın nedir? - Yâ Resûlallah! Ben geçmişte olan günâhlarım bağışlanmak şartıyla size bîat edeceğim. - Ey Amr! Bîat et! Hiç şüphesiz ki, Müslüman olmakla, İslâmiyetten önce yapılanların hesâbı sorulmaz. Bîat ettiğim anda insanlardan hiçbiri bana, Resûl-i ekremden daha sevgili ve O'ndan daha yüce olmamıştı.