Hazreti Ali'nin dört dirhemi var idi. Onun birisini âşikâre, açıktan sadaka verdi. Birisini gizli tasadduk etti. Birisini gece, birisini de gündüz tasadduk etti. Allahü teâlâ bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu. "Mallarını Allah yolunda, gece-gündüz, gizli-âşikâr olarak dağıtanların, Allahü teâlâ indinde ecrleri çoktur ve hâzırdır. Onlar için gelecekte korku yoktur. Geçmiş için mahzûn olmaz, üzülmezler." [Bekara sûresi 274] Resûl-i ekrem Efendimiz Hazreti Ali'den bu çeşit sadaka vermesine hangi şeyin sebep olduğunu sordu. Cevap verdi ki; bu dört şekil dışında sadaka verme yolu görmedim. Her şekilde sadaka verdim ki, bunlardan biri kabûl şerefi bulup, diğerleri de Allahü teâlânın rızâsına erer. Sûre-i Secdede, meâl-i şerîfi, "Îmân eden [inanan]kimse, fâsık [inanmayan] gibi midir. Bunlar eşit olmazlar"olan, onaltıncı âyet-i kerîmenin tefsîrinde, Muhyissünne Begavi şöyle beyan buyurmuştur. Bu âyet-i kerîme, Ali bin Ebî Tâlib ve Velîd bin Ebî Mu'ayt hakkında nâzil olmuştur. Velîd bin Ebî Mu'ayt, Hazreti Osmân'ın ana tarafından akrabâsıdır. Hazreti Ali ile Velîd arasında çekişme ve münâkaşa oldu. Velîd Hazreti Alî'ye dedi ki; sen sus! Muhakkak sen çocuksun. Ben lisân cihetinde senden dahâ açığım. Mızrak [ok] atmakta senden mâhirim. Kalb cihetinden senden cesâretliyim. Harblerde, haşmet cihetinden dahâ gösterişliyim. Hazreti Ali dedi ki, sen sus! Muhakkak sen fâsıksın. Allahü teâlâ bu âyet-i kerîmeyi gönderdi. "Onlar müsâvî değillerdir" . Bir gün Resûlullah Efendimiz buyurdular ki: "Yâ Ali! Allahü teâlâyı sever misin!" "Evet, yâ Resûlallah." "Beni sever misin?""Evet, yâ Resûlallah." "Fâtıma'yı sever misin?" "Evet, yâ Resûlallah!". "Hasan ve Hüseyin'i sever misin?" "Evet, yâ Resûlallah!" Habîbullah buyurdu ki: "Yâ Ali! Bu kadar muhabbeti bir kalbe nasıl sığdırırsın?!." Hazreti Ali, cevap veremedi. Hazreti Fâtıma cevapladı: Allahü teâlâyı sevmek, îmândan ve akıldandır. Muhammed aleyhisselâmı sevmek îmândandır. Beni sevmek nefsindendir. Hasan ve Hüseyin'i sevmek tabiatındandır, dedi. Hazreti Ali acele, Resûlullah Efendimizin huzurlarına gelip, o cevâbı söyledi. Resûlullah buyurdu ki: "Bu yemiş nübüvvet ağacının meyvesidir." Ya'ni "Yâ Ali, bu cevap senin değildir. Hazreti Fâtıma'nın cevâbıdır" demek istediler...