Ülkemizdeki, diğer İslam ülkelerindeki ve bütün dünyadaki Müslümanların; dini inanç ve yaşayış yönünden, ekonomik yönden kısacası her yönden perişan hallerini gördükçe, Vatikan adına çalışan ve "dinlerarası diyalog" fikrinin babası olan Louıs Massignon'un sözü aklıma geliyor. Müslüman ülkelerdeki misyonerlik çalışmalarının gözden geçirildiği toplantıda, misyonerlere moral vermek için Massignon şöyle diyordu: "Onların (Müslümanların) her şeylerini tahrif ettik. İnançları, dinleri, ahlakları, insanlıkları mahvoldu. Artık hiçbir şeye tam olarak inanmıyorlar. Dinlerini tartışılır hale getirdik. Derin bir boşluğa düştüler. Bundan sonra işimiz daha da kolay olacak!" Belki bazılarınız, bu konuşmaya "abartmış" diyebilir. Bana kalırsa, hiç abartma yok. Hatta, eksiği var fazlalığı yok. Massignon'un sözlerinin doğruluğunu gösteren o kadar çok örnek var ki, günlerce konuşabilir, sayfalarca yazabiliriz. İsterseniz size son günlerin haberlerinden birkaç örnek vereyim. Önce yurt dışından iki örnek: Anadolu Ajansı'nın, "Fransa hükümetinin tek Müslüman bakanı, okullarda başörtü yasağını savundu" başlığı ile verilen habere göre: Cezayir asıllı Kalkınma Bakanı Tokia Saifi, RTL radyosuna verdiği demeçte, 'Okullarda başörtüsüne karşıyım. Bu konuda, 2004 yılında okullarla ilgili yönetmeliğe bir yasak dahil etmemiz gerekir. Başka bir çözüm yok' dedi Fransız Bakan, söz konusu yasağın, Hıristiyanlar ve Museviler için dini simgeli (haçlı) kolyeleri de kapsaması gerektiğini belirtti. Yine biliyorsunuz geçenlerde, Almanya'da Anayasa mahkemisi, başörtüsünü serbest bıraktı. Mahkemenin bu kararına ilk tepki, Alman Parlamentosundaki Türk milletvekillerinden geldi. Hıristiyan Alman milletvekilleri, din ve vicdan yönünden olumlu bir gelişme olarak yorumlarken, Türk milletvekilleri, böyle bir kararın ayırımcılık olacağını ifade ettiler... Görüyorsunuz, İslamiyeti savunmak kimlere kalmış. Müslümanları ilgilendiren bir karara, Hıristiyanlar sahip çıkarken, Müslüman kökenli kimseler karşı çıkıyor. Ahlakı çökertmelerine de iki canlı örnek vereyim: Hatırlarsınız iki sene önce meşhur bir "erkek starımız"ın, homoseksüel yaşantısını gösteren fotoğraflar basında yayınlanmıştı. Bunun üzerine, starımız günlerce sokağa çıkmadı. Artık ben bu ülkede kalamam, sanat hayatım söndü diye düşünerek Amerika'ya yerleşmeye karar verdi. Hazırlıklara da başladı. Bunu haber alan hayranları, o senin özel hayatın bizi ilgilendirmez, seni bırakmayız kampanyasını başlattılar. Starımız bir hafta sonra, korka korka sokağa çıktı. Eskisinden daha çok itibar görünce, Amerika'ya gitmekten vazgeçti. Homoseksüel hayatı şöhretini daha da artırdı. Yine geçen ay buna benzer bir olay da bu defa "bayan bir starımız"ın başına geldi. Gençliğinde, kısa yoldan meşhur olup piyasaya girebilmek için bedenini ortaya koyduğu porno kaseti ortaya çıkınca, sanat hayatım bitti korkusuyla depresyona girdi, günlerce tedavi gördü. Birileri kendisine akıl verdi. Sen merak etme korkulacak bir şey yok, diyerek basının önüne çıkarttılar. İlk sözü, "Ben utanılacak bir şey yapmadım" oldu. (Daha ne yapacaksa!) Bu sözü alkışlarla karşılık buldu. Fiyatını yüzde yüz artırarak tekrar sahnelere döndü. Şöhretine şöhret kattı bu porno kasetleri. Şimdi gençler, demek ki meşhur olmanın, çok para kazanmanın yolu buymuş düşüncesine kapılırsa bunun sonu nereye varacak. Entel basınımız, sosyologlarımız acaba bu sorunun cevabını hiç düşündüler mi? Massignon'un "Müslümanların her şeylerini tahrif ettik. İnançları, dinleri, ahlakları, insanlıkları mahvoldu" sözünü şimdi daha iyi anlıyoruz değil mi? Vatikan dini, imanı yok etmek için önce ahlaktan başladı işe. Hayânın imanla ilgisini bizimkiler bilmese de onlar biliyorlar. Nitekim hadis-i şerifte buyuruldu ki: "Hayâ ile iman bir aradadır. Biri giderse, öteki de durmaz."