Aileyi ayakta tutmada, sabrın, tahammülün ve hoşgörünün önemi büyüktür. Geçmişte bunlar kuvvetli olduğu için boşanmalar çok azdı. Günümüzde ise bunlar her gün biraz daha zayıfladığı için boşanmalar hızla artmaktadır. Geçmişle bugünün mukayesesini yapabilmek için, bir Osmanlı kadınının haleti ruhiyesini 1860 doğumlu oğlunun kaleminden sizlere sunmak istiyorum: Anam pek mübârek bir kadındı. Kendi hâlinde sessiz, ev işi ve çocuklarıyla meşgul olan bir anneydi. Gayet zeki ve işbilirdi. Her sözünde bir hikmet vardı. Bana daima nasîhat eder, beni fazîlete teşvik ederdi. Namuslu olmayı, kimsenin hakkını yememeyi, yalan söylememeyi, elden gelirse iyilik etmeyi ve emsâli fazîletleri söyler, beni eğitirdi. Beni fazîlete sevk eden özellikle onun bu terbiyesidir. Öyle sözleri vardır ki; bu kadar tahsil ettim, üniversite bitirdim, o sözler hâlâ bende kıymetini kaybetmemiştir. Hayatımda bana düstur olmuşlardır. Annemin bir gün namazını bıraktığını bilmiyorum. Eve alınan kibritleri, üzerindeki canlı resimleri kazımadan eve sokmazdı. Hem ev işlerini yaptı, hem beş çocuğunu büyüttü. Hem de babamın dükkânının işini görürdü. Ayakkabıcı olan babamın, kunduraların yüzlerini evde makine ile hep o dikmiştir. Babam sert mizaçlı bir adamdı. Onu yumuşaklıkla güzelce idâre ederdi. Babasından mîrâs kalan boynundaki gerdanlık altınları babama sermâye olarak vermiş olan annem, bunu ağzına bile almazdı. Babam bazen ona sertlik gösterirdi. Annemin ona bir defacık olsun karşılık verdiğini görmedim. Bir defa, artık üniversite son sınıflarına gelmiştim. Babam anamı azarladı ve biraz da hırpalayıp gitti. Babam haksızdı. Bu haksızlığa isyân eder bir hâle geldim. Anam bir odaya çekildi. Biliyordum ki; ağlamak için çekildi. Bana pek dokundu. Yanına gittim; baktım ağlıyor. Dedim ki: "Ana! Bu nedir? Daha ne vakte kadar çekeceksin? Ben artık büyüdüm. Başımda yerin var. Seni başımda taç gibi taşırım. Sen de ona söyle! Artık yeter, de! Nedir senden çektiğim bu, de!" Bu hâlde bile bana cevabı şu oldu: "Oğlum bu nasıl söz! O benim erkeğimdir. Kadınların erkeklerine itâat etmeleri vazîfeleridir. Onların Cenneti kocalarının ayağı altındadır. Ben ona nasıl karşılık veririm?" Bu yüksek fazîlete hayran oldum. Bana onun bir dersi de bu oldu. Akşam babam geldiği vakit, anam sanki hiçbir şey yokmuş gibi babama muameleler etti, sözler söyledi, hizmet etti. Babam da hatasını anladı, daha iyi oldu. Hakîkî bir ana olan bu kadın bütün çocuklarını büyük bir şefkatle severdi. Yemek, elbise gibi şeylerde bizi birbirimizden aslâ ayırmazdı. Ah ne yazık ki; İttihatçılar beni yurt dışına attıkları vakit ölmüştü. Ölüm döşeğinde "Ah, yavrum! Bir kerecik olsun görmeyerek ölüyorum" diye diye vefât etmiş. Bu içimde hicrândır. Ve bu hicran mezarıma kadar gidecektir. Onun mübârek yüzünü, elini bir daha öpemedim. Onu bir daha kucaklayıp "A, benim sevgili anam!" diyemedim. Duâsını alamadım. Mebus olduğum zaman istememiş, kabûl ettim diye üzülüp ağlamıştı. Ve: "Sen doğru adamsın başına bin belâ gelir. Seni kaybetmek istemiyorum" demişti. Sonra hapis, sürgün, sokakta vurulmak, idâm cezâsı, vs... Her şey başıma geldi. Hapishanelerde anamın bu sözlerini acı acı hatırladım. Nihayet dediği gibi beni kaybederek hasretle öldü... > Tel: 0 212 - 454 38 21 Faks: 0 212 - 454 38 29 www.mehmetoruc.com