Osmanlı Devleti'ni bir gemiye benzetecek olursak; bu gemi 18. yüzyılda fırtınalarla mücadele etmeye başladı, 19. yüzyılda 1839'da Tanzimat Fermanı ile ilk defa gemide delik açıldı, su almaya başladı. Devlet bağımsızlığından taviz vererek Padişahın bazı yetkileri askıya alındı; devletin kendine mahsus idari yapısı, orijinalliği bozuldu. Daha sonraki yıllarda, gemideki delikler çoğalarak denizde zor durur hale geldi. 1909'da, "Otuzbir Mart vak'ası" ile de, gemi resmen olmasa da, fiilen battı. Kayıttan düşülmesi işi daha sonraki yıllarda yapıldı. Bunun için, tarihimizde, "Otuzbir Mart vak'ası"nın çok önemli bir yeri vardır; bir devrin sonudur. SENARYO ÖNCEDEN YAZILMIŞTI Olay öncesi, İttihat ve Terakki örgütünün ileri gelenleri, kendilerine karşı olan; milletini, dînini ve vatanını seven subayları, orduda gençleştirme bahanesiyle tasfiyeye başladılar. Kışlalarda özellikle Taşkışla'da dini değerlere önem veren erlere, gusletmeleri, abdest almaları, taharette kullanmaları için su verilmedi. Namaz kılmalarına çeşitli bahanelerle mani olundu. Sonra da, erlerin arasına yerleştirdikleri ajanlar vasıtasıyla, "Bize bunları yapanlar dinsizdir, din düşmanıdırlar, bunları başımıza meşrutiyet getirdi, isyan ederek dinimize, padişahımıza sahip çıkalım, din elden gidiyor.." sloganları ile askerler tahrik edildi. Halkın ayaklanması için de, Derviş Vahdetî ve arkadaşlarına İttihat-ı Muhammedî Cemiyeti'ni kurdurdular. Yayın organı olan Volkan Gazetesi ile de İttihat ve Terakki aleyhinde faaliyet gösterdiler. Bugüne kadar bu faaliyet, hep Sultan İkinci Abdülhamîd Han ile irtibatlandırılmak istenmiş ise de hiçbir ilgisinin olmadığı artık kesin olarak anlaşılmıştır. Sultanın aleyhinde olanlar bile bunu itiraf etmektedirler. 31 Mart gecesi, Taşkışla'da ayaklanan erler, subaylarını hapsettiler. Sokağa çıkıp 10-15 bin kişilik toplulukla Sultanahmed Meydanında toplandılar. Bazı taleplerde bulundular. İstanbul'da din elden gidiyor diye askerleri ve halkı ayaklandıran kimseler, bu defa da Selanik'te, "Şeriatçılar, gericiler, yobazlar ayaklandı; Meşrutiyet elden gidiyor" yaygaraları ile isyanı bastırmak için Selanik'teki Üçüncü Ordu mensubu askerleri ve Edirne'deki İkinci Ordu'nun katılımıyla "Hareket Ordusu"nu harekete geçirdiler. Askerlerin büyük bir kısmı gerçek durumdan haberdâr olmayıp, padişahı kurtarmaya geldiklerini zannediyorlardı. Hareket Ordusu İstanbul'a gelince, önce Yıldız Sarayı'nı kuşatarak yağmaladı. Meclise Abdülhamîd Han hal' ettirildi. Görüldüğü gibi; askerlere dini vecibelerini yaptırmayan, sonra da gidip "Din elden gidiyor" diye onları ayaklandıran, Volkan Gazetesi ile halkı sokağa döken; arkasından gidip Selanik'te meşrutiyet elden gidiyor, irtica hortladı diye miting yaptrıp orduyu harekete geçiren aynı el! SELAM-I ŞÂHANENİN GÜCÜ Fakat yine de tam olarak İstedikleri hedefe ulaşamamışlardı. Otuzbir Mart Vak'asının tertipçilerinden filozof Rızâ Tevfik anlatır: "Bizleri başta İngiliz sefiri olmak üzere Fransız, İtalyan sefirleri de çok teşvik ettiler. Olaydan sonra, İngiliz sefâretine gittik. Fakat bizi karşılayan olmadı, kimi sorduysak içeride oldukları halde "Yok!" dedirttiler. Yıllar sonra, Londra'da Lord Nicholson'a bunun sebebini sordum. Dedi ki: "Dostum Rızâ Tevfik Bey, evet biz sizleri teşvik ettik. Büyük bir netice bekliyorduk. Sultan'la beraber temsil ettiği hilâfet müessesesi de alaşağı edilecekti." Lord'a sordum: "İngiltere devletini, hilâfet müessesesi neden bu kadar ilgilendiriyor? "Biz Müslüman ülkelerinde, onları idâremiz altına alabilmek için milyonlarca altın harcadık, muvaffak olamadık. Halbuki Sultan, yılda bir defâ bir "selâm-ı şâhâne", bir de "Hafız Osman Kur'ân-ı kerîmi" gönderiyor, bütün İslâm ümmetini, hudutsuz bir hürmet duygusu içinde, emrinde tutuyor. İşte biz, bu kuvvetin de devrilmesini bekledik, istediğimiz netice tam alınamayacınca size soğuk davrandık." (Ahmed Kabaklı-Temellerin Duruşması)