Ömürlerini tamamlayıp tarih sayfalarında yerini almış yüzlerce devlet var. Bunların çok az bir kısmından ders kitaplarında bahsedilir. Çoğunun ders kitaplarında adı bile geçmez. Bütün bu tarihe mal olmuş devletlerden sistemine, idare tarzına hayran olunan, özlenilen, aranan devlet sayısı çok çok azdır. Bunlardan biri de Osmanlı Devleti'dir. Yıkılışının üzerinden bir asra yakın zaman geçmesine rağmen, hüküm sürdüğü üç kıtadaki milletler Osmanlıyı bir türlü unutamadılar. Bunca yıl unutturmak için yapılan iftiralara, yalanlara rağmen. Aksine Osmanlıya hayranlıkları günden güne artmaktadır. Osmanlının yıkılışı için çalışan milletler de aynı durumdalar. Osmanlının hüküm sürdüğü toprakların dışında da durum bundan farklı değildir. Osmanlı arşivleri dünyanın her tarafından özellikle ABD'den gelen ilim adamları, araştırmacılar ile dolup taşmaktadır. Bütün dünyanın özellikle Amerikalının dikkatini çeken ve hayranlık duyulan Osmanlıdaki özellikler nelerdir? Kısaca bundan bahsedelim... İNSANA DEĞER VERİYORLARDI Osmanlı idaresi insan tabiatına uygun bir sistemle idare ediliyordu. Çünkü, devlet idaresinde, halka davranışlarda İslam ahlakı esas alınmıştı. Sistemin esas alındığı kaynak ise İslamiyet idi. Bunun için dinin emri gereği, Osmanlı milliyet ayırımı yapmadı; devleti belli bir ırkın üzerine bina etmedi. Kurucuları Türk olmasına rağmen, diğer milletleri dışlamış olmamak için devletin isminde Türk kelimesini kullanmayıp "Osmanlı" ifadesini öne çıkardılar. Bütün milletlere eşit yaklaşıp hepsini adalet ile idare ettiler. Ayrıca kendileri Müslüman ve Devletin idaresinde İslamiyet esas alındığı halde diğer dinlere de müsamaha gösterdiler. Hıristiyan Ortodoks mezhebinin ve Ermeni Patrikliğinin merkezi Osmanlı topraklarındaydı. Mûsevîliğin doğuş yeri ve merkezi Osmanlı toprağı idi. Her din mensubu, kendi din ve dillerinde mabet, okul açıp, ibadetlerini yapabilme hürriyetine sahiptiler. Gayri Müslimler bazı suçların dışında, kendi kilise ve havralarında kendi davalarına bakarlardı. Osmanlı Devleti; kavimler, dinler ve mezhepler arasında sağlam bir ahenk kurmakla, halk kitleleri arasında hiçbir fark ve tezada müsaade etmemekle, dünya tarihinde milletlerarası en kudretli bir siyasî varlık teşkil etti. Geniş insan toplulukları nezdinde sosyal adâleti kurmakla dünya târihinde bir ilki gerçekleştirmişti. Devletin hikmet-i vücûdu; insânî esaslara bağlı bir cihân hâkimiyeti düşüncesine dayanıyordu. Endonezya'dan İspanya'ya, Kırım'dan Yemen'e kadar Müslüman milletlerin hâmiliğini yapan Osmanlılar, daimâ mazlûmların yanlarında yer almışlar, fethettikleri yerlere, hizmetin en üstününü götürmüşlerdir. Büyüklüğü, bütün hasletleri ile üzerinde taşıyan Türk ordusunun fethettiği bir Hıristiyan köyünde, aynı gün aç ve açıkta olan kalmaz, kimsesi olmayan dul kadına o gün aş çıkar, giyecek ve barınak temin edilirdi. Bazen o ülkeye yapılan masraf, alınan vergiden çok daha fazla olurdu. Bu sebeple, Hıristiyan âlemi, Osmanlıyı daima kurtarıcı olarak karşılamıştır. ZULÜMDEN KAÇTILAR Örneğin; Osmanlının ilk zamanlarında Bursa uzun zaman kuşatmadan sonra, "kimsenin canına dokunulmayacağına" dair antlaşma yapılarak teslim alındıktan sonra, şehri terk etmeyerek orada gönüllü olarak kalan Tekfur'un vezirine, şehri teslim sebepleri sorulduğu zaman Orhan Gazi'ye verdiği cevap ilginçtir: "Sizin devletiniz günden güne büyüdü, bizim devletimiz küçüldü. Biz kendi halkımıza bile zulüm yapıyorduk. Babanızın idaresine geçen köylülerimiz zulümden kurtuldukları için memnun kalıp, size seve seve itaat ettiler. Rahat oldular ve biz de bu rahatlığa heves ettik"... Osmanlı hiçbir zaman, despot bir tutumla hareket etmemiş, din ve milliyet ayırımı gözetmeksizin kendisine itaat edenlere, iyilik edenlere karşı iyilikte ve vefada kusur göstermemiştir. Devlete karşı olmamak kaydıyla işlenen kusurlara müsamaha göstermiştir. Bir devletin devamında bu hususlar önemlidir. Zaten son zamanlarda Osmanlı bunlara özen gösteremediği için yıkıldı.