Osmanlı'da din gayreti

A -
A +

Osmanlıların İslâmiyete hizmetleri, bir şâheserdir. Bir âbidedir. Tarih meydanına dikilmiş olan bu dev âbideyi görmemek için kör veya bir Türk düşmanı olmak lâzımdır. Osmanlıları "Osmanlı" yapan İslâmiyettir. Diğer Türk boylarının ekserîsi, İslâmiyet ile şereflenmedikleri için yok olup gittiler. Büyüyüp kıt'alara hükmetmek, sadece Osmanlı Türklerine nasîb oldu. İslâmiyete hizmette Eshâb-ı kirâmdan sonra Osmanlılar ikinci oldular. Bu kadar millet arasında hizmette ikinci olmak, Osmanlılar için büyük bir şereftir. Mü'minlerin şerefli emîri Hz. Ömer, "Biz, zelîl, aşağı kimselerdik. Allahü teâlâ, bizleri Müslüman yapmakla şereflendirdi" buyuruyor. İslâmiyetin, her çeşit fazîlet ve şerefler kaynağı olduğunu bilmiyen câhiller, İslâmiyete şeref verilecek sanırlar. Bazı sinsi İslam düşmanlarının iddia ettikleri gibi, İslâmiyet, Osmanlıların elinde hiçbir şey kaybetmemiş, Türklerin elinde İslâm dondurulmamış, gelişmesi durdurulmamıştır. Osmanlılar, askerlikte olduğu gibi, diğer sahalarda da başarılı olmuşlar, ilme gereken önemi fazlasıyla vermişlerdir. İctihâda da mani olmamışlar ancak, hicri dördüncü asırdan sonra mutlak müctehid yetişmediği için, bu kapı kendiliğinden kapanmış, mutlak müctehid yetişmemiştir. Fakat fıkıh ilmi çok gelişmiş, imparatorluğun en ücrâ köşesine kadar, fıkıh, ilmihal kitapları ulaştırılmıştır. Dînini bilmeyen câhil kimse bırakılmamıştır. Osmanlılar ahlâkta da yüksek dereceleri yakalamışlardır. Tarihte bunun birçok örnekleri vardır. Meselâ, İstanbul'dan Viyana'ya doğru giden İslâm ordusu, Belgrad yakınlarında, bir su başında mola veriyor. Çeşme, abdest alan, kaplarına su dolduran askerlerle dolu. Yakındaki bir kilisenin papazı, güzel kızları süslüyor. Ellerine birer kap verip, çeşmeye gönderiyor. Papaz pencereden gizlice seyrediyor. Kızlar gelince, askerler hemen kenara çekiliyor. Hiçbir asker, güzel kızlara dönüp de yan gözle bile bakmıyor. Kızlar rahatça kaplarını doldurup kiliseye dönüyorlar. Papaz, İslâm askerlerinin bu güzel ahlâkını, fazîletini, edebini ve merhametini görünce; "Bu ordu hiç yenilmez. Boş yere kanınızı dökmeyin" diyerek Haçlı kumandanlarına haber gönderir. Osmanlı sultanları, kendilerini İslâmın birer hizmetçisi olarak görmüşlerdir. Meselâ Abbâsîlerden sonra, İslâm halîfelerine Mısır'da zindan hayatı yaşatan, hilâfet haklarını onlardan gasbedenler, hutbelerde kendilerine, "Sultânül-haremeyn" ya'nî mübârek yerlerin sultanı demekten hayâ etmiyorlardı. Yavuz Sultan Selîm Hân 1517 senesinde, Mısır'ı fethedip, halîfeyi esâretten kurtarıp, Mekke ve Medîne'yi idâresi altına alınca, alışkanlıkla kendisine de Sultânül-haremeyn diyen hatîbi susturup; "Benim için, o mübârek makâmların hizmetçisi olmaktan daha büyük şeref olamaz. Bana, Hâdimül-haremeyn deyin!" buyurduğunu tarih kitapları yazmaktadır. Sultan İkinci Abdülhamîd Hân, siyâsal bilgileri birincilikle bitireni, her sene saraya kâtib alırdı. Böylece, gençleri çalışmaya teşvîk ederdi. Kâtib seçilen Es'ad bey kitabında diyor ki: Bir gece yarısı şifre yazdım. İmzâ için, Sultanın yatak odasının kapısını çaldım. Açılmadı. Bir daha çaldım. Yine açılmadı. Üçüncü olarak kapıyı çalacağım zaman, kapı açıldı. Karşıma çıkan Sultan, havlu ile yüzünü siliyordu. Dedi ki: "Evlât, seni beklettim. Kusûruma bakma! Daha birinci çalışta kalktım. Gece yarısı, mühim bir imza için geldiğini anladım. Abdestsiz idim. Bu milletin hiçbir kâğıdını abdestsiz imza etmedim. Abdest almak için geciktim. Oku da dinleyeyim." Sonra Besmele çekerek imzaladı ve "Hayırlı olsun inşâallah" dedi. İşte Osmanlı sultanları İslâmiyete böyle bağlı, böyle saygılı idi. Dine böyle saygılı oldukları için de, herkes bunlara saygılı idi.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.