Rahmetli S. Ahmet Arvasî Ağabey, ziyaretine gittiğimizde, kendisi seyyid, yani peygamber torunu olduğu halde hep, Türklerin Allah rızası için gösterdikleri gayretlerden, hizmetlerden bahsederdi. "İslamı yaşamada, İslama hizmette, Eshab-ı kiramdan sonra ikincilik Osmanlılara nasip olmuştur" derdi. Gerçekten de, Osmanlılar, gönüllerini süsleyen İslâm ahlâkının zarâfet ve nezâket nümûneleriyle dolu bir hayat yaşamışlardır. Dolayısıyla Avrupa'da insanlar âdetâ idârecilerinin eli altında esir muâmelesine tâbî tutularak çok ağır şartlarda yaşarken, Osmanlılarda Müslüman olmayan halk bile, gayet huzur ve rahat içinde ömür sürmekteydi. Nitekim bu hâli müşâhede edebilen pek çok memleket ve şehir halkının Osmanlı'yı "Gelin bizleri de sizler idâret edin!" diye dâvet eylediği târihî bir gerçektir. Zîrâ, o sıralarda Batı'da Galile gibi bir ilim adamı, İslâm kaynaklarından mülhem olarak "Dünyâ dönüyor!" dediği için îdâma mahkûm edilmiştir. Yine batılıların psikiyatrik hastalar hakkında: "Bunların içine cin girmiş!" deyip de onları ateşe atmaları, ne büyük bir cehâlet ve cinâyettir. Osmanlı'nın bu kadar merhametli, şefkatli olmasının esas kaynağı İslamiyetti. Herkese karşı gösterdiği iyilik ve insâniyeti, gayr-i müslimler, kendi dindaşlarından bile göremezlerdi. Osmanlıların bu hallerini Hıristiyan araştırmacı seyyahlardan dinleyelim: L. H. Delamarre: "İstanbul civarındaki gezintilerimde ben hep bu milletin lutufkârlığı ile misâfirperverlik aşkına şâhit oldum. Rast geldiğim hangi Türk'e yol sorsam, hemen bana rehberlikte bulunuyor, yiyecek ve içecek şeyler husûsunda elinden geleni esirgemiyordu. Onların bütün davranışlarında mükemmel bir insaniyet ve kibârlık göze çarpıyordu." Dr. A. Brayer: "Osmanlılar'da öyle bir rûh vardır ki, bu sayede onlar, her misâfire mukaddes bir nîmet nazarıyla bakarlar. Ev sâhibi, misâfirine evinin en güzel odasını tahsîs ederek her hizmetini canla başla yapar. Hattâ misâfiri hastalandığı zaman hekîme götürür parasını dahî verir. Zîrâ misâfire masraf yaptırmayı ayıp saymaktadırlar. Misâfir, evden ayrılırken de orada kalmak suretiyle gösterdiği lutufkârlığın bir minnet ve şükran hâtırası olarak ev sahibinden kendisine birkaç hediye de takdîm edilir." Osmanlılar, koğuculuk, iftirâ, kötüleme, küfür, kin, garaz, kumar, intihar, düello ve cinâyet gibi her türlü fenâlıklardan son derece kaçınıp korunmaya çalışmalardır. Öyle ki dıştan bakanlar, onların bu fenâlıkları âdetâ bilmediklerine hükmetmişlerdir. Bu hali Du Loir şöyle ifade eder: "Türkler herhangi bir intikâm hissi beslemekten son derece çekinirler: Dînlerinin bu husûsa âit bir hükmü mûcibince, Cuma namazına başlamadan önce düşmanlarını af ettiklerini âdetâ îlân etmek durumundadırlar. Aksi halde, namazlarının kabul edilmeyeceğine inanırlar. Ayrıca her bayramın birinci günü de onlar için umûmî bir barış günüdür. Birbirlerine rastladıklarında müsâfeha ederler ve küçükler büyüğünün eline öptükten sonra ellerini başlarına götürüp "Bayramın mübârek olsun!" derler. Küfürbazlık, öfke ve intikâm hissinin müşterek mahsûlü olduğu gibi, kumarbazlığın da tabiî bir neticesidir. Bu, Hıristiyan memleketlerinde pek yaygın bir şekilde ve tamamıyla mevcuttur. Ancak Osmanlıların sokaklarında da evlerinde de hiçbir küfür sözü işitilmez. Bunun yüzümüzü kızartacak ve bizi hayrete düşürecek tarafı da, Osmanlıların yalnız ağızlarında değil, lisanlarında da küfür kelimelerinin bulunmayışıdır." NOT: "Kâinatın Efendisi" kitabını temin edememiş olanlar, Sultanahmet Kitap Fuarı, "Bedir Yayınevi" standından temin edebilirler. Ayrıca, okunacak günlük dualar, mübarek gün ve gecelerde okunacak dualarla ilgili hazırladığım "Dua kitabı" da önümüzdeki hafta inşaallah basılmış olacak.