Osmanlılar, çeşit çeşit dillerde; başka başka âdet ve ananelere bağlı olan milyonlarca insanı, aralarındaki farkları bıraktırarak, bir inanç veya fikir etrafında toplayıp, muazzam bir imparatorluk kurmuşlardır. Bu birlik beraberlik ve devlete bağlılık altı asırdan fazla sürmüştür. Bu muazzam iş nasıl yapıldı, nasıl başarıldı? Öncelikle bunu iyi bilmek lâzımdır. Çokları bunun kaba kuvvetle yapıldığını zanneder. Halbuki, Osmanlıların bu başarısı yalnızca askerî değildi. Yani kaba kuvvete dayanmıyordu. Askerî yöntem Osmanlıların başvurdukları en son çare idi. Öyleyse, onları mefkurelerine ulaştıran ve uzun ömürlü kılan esas amiller nelerdi? Bu başarıyı kazanmakta nasıl ve hangi metodları kullanmışlardı? Bu metodlardan biri, belki de en önemlisi örnek bir hayat sunmalarıdır. Anadolu'da yerli halka, gerek inançları ve töreleri, gerekse daha geniş ifadesi ile kültürleri üzerinde herhangi bir baskı uygulanmamıştır. Orta Çağda Avrupa'da görülen engizisyonlar ve benzeri uygulamalar, İslam âleminin hiçbir devrinde görülmediği gibi, Osmanlılarda da ne devlet ve ne de diğer ileri gelenlerce veya belli bazı teşkilatlarca bilinen ve uygulanan şeyler değildi. ÖRNEK YAŞAYIŞ SUNDULAR Aksine tam bir inanç hürriyeti hakimdi. Çünkü, İslamiyetin, "Dinde zorlama yoktur" prensibine Osmanlılar sadık kalıyorlardı. Kimse Müslüman olmaya zorlanmıyordu. Yaptıkları tek şey; yerli halk arasına Müslüman Türklerin getirilerek yerleştirilmesi, kendi inançlarının gereğini en arı ve duru haliyle yaşamak suretiyle onlara bir alternatif sunmaları idi. Bu tür faaliyetlerin asıl maksadı İslam ahlâkını gayrimüslimlere tanıtmaktır. Bu tanıtma faaliyetlerine baskı denilemeyeceği gibi, propaganda demek bile güçtür. Çünkü, hiçbir propaganda ve hiçbir reklam gerçeğin yüzde yüz ifadesi değildir. Bu örnek yaşayış ise gerçeği aynen yansıtmaktır. Sadece Anadolu'nun değil, birçok ülkenin fethinde, İslâmın güzel ahlâkı ile bezenmiş Müslümanların büyük rolü olmuştur. Bir şeye inandırmanın en kolay, en sağlam yolu, görerek yaşayarak örnek olmaktan geçer. Mesela eskiden "alperen" denilen kimseler vardı. Bunların her biri, tasavvuf büyüklerinin sohbetlerinde, dergahlarda yetişmiş kimselerdi. Dinimizin güzel ahlakı ile bezenmişlerdi. Hâl ile, söz ile, yaşayış ile örnek kimselerdi. İslamiyeti yaymak için kendilerini adamışlardı. Eshab-ı kiram gibi geri dönmemek üzere çeşitli memleketlere dağılmışlar, oralarda İslamiyeti tanıtmakla ömürlerini tamamlamışlardı. Ta Semerkant'tan, Buhara'dan kalkıp Anadolu'ya, Rum diyarına gelmişlerdi. Osmanlı Devleti'nin hızlı bir şekilde gelişip yayılması, gönüllerde taht kurarak üç kıtaya hakim olması, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük ve güçlü devletlerinden birisi haline gelebilmesi, İslam ahlâkına sımsıkı sarılmalarının neticesidir. İslam ahlâkını güzel metodlarla tatbik etmelerinin neticesidir. Böyle olmasaydı, bu devletin böylesine güçlenip, adalet ve huzur içinde yaklaşık 6 asır ayakta kalması mümkün olamazdı. "OSMANLI TARİHİ KAYI-III" Günümüzde, Osmanlıyı yeterince tanıyan bilen insan sayısı çok azdır. Osmanlıyı sevenler bile Osmanlıyı bilmemektedirler. Çünkü Osmanlıdan yeterince bahsedilmedi; bahsedenler de, Osmanlıyı kötülemek için bahsettiler. Osmanlıyı, gerçeğine uygun olarak anlatan kitap da yok denecek kadar azdır. Bu çok az olan eserlerden biri de, değerli dostum, seçkin tarihçi Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil'in yazdığı, "Birincil Kaynaklardan, OSMANLI TARİHİ KAYI-III" kitabıdır (KTB yayınları, 0212 216 82 46). Serinin 1 ve 2'sini alamamış olanların bunları tamamlayarak daha devam edecek olan bu serinin tamamını temin etmelerinde ve gençlerimize okutulmasında zaruret vardır. Osmanlıya karşı vefa borcumuz vardır; Müslüman olmamızda ve üzerinde yaşadığımız topraklarda onların cefakâr emekleri ve kanları vardır. Osmanlıyı sevmek ve onları hayır ile yâd etmek boynumuzun borcudur!