Bugün dünyada, nüfusunun yarıdan fazlası Müslüman olan "Müslüman ülke" adı verilen 60'a yakın ülke var. Bütün dünyada ise, toplam nüfusun dörtte biri yani 1.5 milyardan fazla Müslüman yaşamakta. Buna rağmen dünya siyasetinde Müslümanların yeri yok. Aksine, bunların büyük çoğunluğu maalesef perişan halde. ABD'nin, Avrupa'nın şunun bunun oyuncağı durumundalar. Bu ülkelerin normalde oturup, "bu neden böyle oldu, nerede hata yaptık" diye düşünmeleri, bir şeyler yapmaları gerekir, değil mi? Fakat ne mümkün! Bırakın bir şeyler yapmayı, düşünecek durumda bile değiller; çünkü, düşünme melekeleri yok edildi. Bu zillete düşmelerinin birçok sebepleri varsa da, başta geleni, nimetin kıymetini bilmemeleridir. Kaide belli; nimetin kıymeti bilinmezse elden gider... Yüce Allah, "Gönderdiğim nimetlerin kıymetini bilir, şükrünü yaparsanız, nimetlerimi artırırım. Şükrünü yapmazsanız elinizden alır, şiddetli azab ederim" buyuruyor. Cenab-ı Hak kullarına zulmetmez. Müslümanlar için Osmanlı bir nimet idi. Kıymeti bilinmedi. Hatta arkadan vuruldu. İşte bugünkü perişanlıklarının sebebi, bu ihanetin bedelidir. Bunu idrak etmedikleri sürece kurtulmaları mümkün değil. ANA YOLDAN AYRILINCA Şimdi gelelim, Osmanlı'dan sonraki bizim durumumuza: Osmanlı'nın teknolojik üstünlüğü kalmamıştı fakat, bir medeniyet sadece teknolojiden ibaret değildir. Osmanlı'nın bir de kültürü, dini inancı vardı. Aşırılıklardan uzak, orta yol olan Ehl-i sünnet yolu... İşte bu nimetin kıymetini de biz bilemedik. Osmanlı kültürü, her türlü baskıya rağmen 1970'li yıllara kadar öyle böyle devam etti. Daha sonraları arayışlar içine girildi. Akıl almaz yollara sapıldı. Önce mezhepsizlik, reform hareketi başladı. Osmanlı düşmanı, isyankâr ruhlu, Abduh, Cemalettin Efgani, Hasan el Benna, Seyid Kutup, Mevdudi, Hamidullah, Humeyni, gibi reformist kimselerin kitapları siyasetçilerin de desteği ile tercüme edilip, piyasaya sürülerek, inananlar dinde reforma ve isyana teşvik edildi. Dış destekli; özellikle İngiliz destekli bu reformistlerin rehberliğinde Osmanlı'dan gelen nakli esas alarak, dini fıkıh kitaplarından öğrenme kaidesi bir tarafa bırakıldı. Her Müslüman bir Kur'an meali ve tefsiri alsın, bir de hadis külliyatı edinsin ve kendi kafasına, kendi görüşüne göre hüküm versin, garabetine düşüldü. İşte bu yanlış metot yüzündendir ki, Müslümanlar arasında pek çok hizip, fırka, görüş çıktı. Kafalara zerk edilen bu bozuk fikirler, metotlar İslama ve Müslümanlara çok zarar verdi, Müslümanların kafalarını karıştırdı. Bundan dolayı bir boşluk meydana geldi. Herkes bir arayış içine girdi. Hem de ne akıl almaz arayışlar... 1970'li yılları yaşayanlar hatırlarlar. Önce siyasi destekli Kaddafi hayranlığı başladı. Dinle alakası olmayan, sinsice sosyalizmi aşılayan "Yeşil Kitab"ı bir anda meşhur oldu. Neredeyse Müslümanların el kitabı haline geldi! Az da olsa, aklıselim sahibi insanlar çıktı. Yapmayın etmeyin, bunun İslamiyetle alakası yok, dediler. Zamanla Kaddafi'nin ne olduğu anlaşıldı. Hayranları başlarını önlerine eğmek zorunda kaldılar. Fakat araba bir kere yoldan çıktı mı nerede duracağı belli olmuyor! Bu defada Vehhabilik hayranlığı başladı. Zamanla bunların da ne olduğu anlaşıldı... FIKIHSIZ DİN DAYATMASI! Bu defa da Humeyni âşıkları türedi. Bir anda memleketimizi, "Şahın zulmü Ömer'in zulmünü geçti" diyen Humeyni'nin Şiiliği anlatan kitapları istila etti. Çok şükür, devletimizin de desteği ile bu faaliyetler de durduruldu. Şimdi de, yine Batı'nın telkinleri ile, fıkıhsız, kuralsız; bütün dinlerin kardeş din, hak din kabul edildiği, hangi dinden olursa olsun herkesin Cennete gideceği esasına dayalı, "Ilımlı İslam" modeli dayatılmaktadır. İnşaallah fazla zayiat vermeden bu badireyi de atlatırız!..