Peygamberler âlemlere rahmettir. Onların gönderilmesi, Allahü teâlânın kendini ve sıfatlarını bildirmek içindir. Bu bilgi de, saadet-i ebediyyeye, yani dünya ve âhıretin sonsuz iyiliklerine sebeptir. Allahü teâlâya karşı, lâyık olan şeyler, uygun olmayanlardan, bunların haber vermesi ile ayrılmıştır. Zîrâ, bizim kör ve topal olan akıllarımız, yok iken var olmuş ve varlıkta kalamayıp yine yok olmaktadır. O hâlde, yokluk bulunmayan ve isimleri ve sıfatları ve fiilleri sonsuz var olan, ebedî, hakîkî varlığa uygun olanı anlayabilir mi ve Ona lâyık olanı bulabilir mi? Münâsip olmayanları ayırd edebilip söylemekten sakınabilir mi? Hattâ, kendi noksân olduğu için, çok defa kemâli, noksânsızlığı, noksân sanır ve noksânı, kemâl sanır. Peygamberlerin "aleyhimüssalevatü vetteslîmât", bunları ayırd etmeleri ve bildirmeleri, bütün nimetlerin, bütün iyiliklerin üstündedir. Bâtılı haktan, eğriyi doğrudan ayıran, ibâdete, itâate hakkı olmayanları, ibâdet edilmesi lâyık ve lâzım olan hakîkî vardan ayıran, o büyüklerin sözleridir. Allahü teâlâ, insanları doğru yola, onların sözleri ile çağırıyor. Kullarını, kendisine yaklaşmak saadetine, onların aracılığı ile ulaştırıyor. Allahü teâlânın beğendiği şeyleri öğrenmek, onlar vâsıtası ile kolaylaşıyor. Bu görünen, bilinen varlıkların yaratanı, mâliki, sâhibi olan Allahü teâlânın, mahlûklarından hangilerini, ne kadar ve nasıl kullanmağa izin verdiği ve hangilerine izin vermediği, onların bildirmesi ile anlaşılıyor. Peygamberlerin bu saydığımız ve daha bunlar gibi nice fâideleri vardır. O hâlde, o büyüklerin gönderilmesi, elbette rahmettir, iyiliktir. Fakat, bir kimse, nefs-i emmâresine uyarak ve mel'ûn şeytâna kapılarak ve dinsizlerin uydurma yazılarına aldanarak, Peygamberlere inanmaz ve onların sözlerini bildiren, hakîkî din âlimlerinin, din mütehassıslarının kitaplarını okumaz ve emirlerini yapmaz ise ebedi azaba düçar olur. Peygamberlerin sözlerini, akla uydurmağa çalışmak, Peygamberliğe inanmamak, güvenmemek olur. Âhıret işlerinde, Peygamberlere akla danışmadan tâbi olmak, uymak lâzımdır. Peygamberlik makâmı, aklın hudûdunun, çerçevesinin dışında, üstündedir. Akıl, eremediği şeyleri, kendine uymuyor sanır. Akıl, Peygamberlere uymadıkça, yüksek derecelere çıkamaz, eremez. Uygun olmamak, yani muhâlif olmak başkadır, erememek, anlayamamak başkadır. Çünkü uymamak, ancak anladıktan sonra olabilir.