Birlik beraberliğin önemini, parçalanmanın zararlarını biliyoruz hepimiz. Parçalanmanın, milletlere, devletlere, dinlere ne kadar zarar verdiğini tarihteki geçmiş hadiseleri öğreniyoruz okuyarak. Fakat bu zararı yaşayarak, görerek idrak etmek daha başka oluyor. İnsan müşahhas örnekleri görünce, yaşayınca iliklerine kadar hissediyor bu acıyı. Hele de bu bir yabancı tarafından dile getirilmiş ise... Sizi fazla meraklandırmadan konuya gireyim. Geçenlerde, SİSAV, KONRAD Adenauer ve İSAR vakıflarının ortaklaşa düzenlendiği Armada Oteli'ndeki bir konferansa katıldım. Yerli-yabancı ilim adamları, "Din ve devlet İlişkileri"ni anlattılar. Özellikle Fransa'nın, Almanya'nın ve Amerika'nın devlet olarak dine bakış açılarını anlattılar. İlk gün Alman Prof. Dr. Axel Vorn Campenhausen'in konuşmasında verdiğini bir örnek dikkatimi çekti ve beni çok üzdü. Bunu ele almak ve sizlerle paylaşmak istedim. Sayın Campenhausen, Almanya'nın dinlere ve din eğitimine verdiği önemi dile getirdikten sonra karşılaştıkları bir problemi şöyle anlattı: "Bizde hangi dinden olursa olsun, herkesin dinini istediği gibi yaşaması ve dinini öğretebilmesi serbesttir. Anayasamız da devletin bunu sağlamasını emredir. Okullarımızda çocuklara dinlerini öğretmek yine anayasamızın emridir. Biliyorsunuz, Almanya'da okullarmızda binlerce Türk çocuğu okuyor. Biz devlet olarak anayasamızın emrini yerine getirmek için Türklere, 'çocuklarınıza İslamiyeti öğretmek istiyoruz. Neleri öğretmemizi istiyorsanız, bize getirin okullarda öğretelim' dedik. Karşımıza elliye yakın cemaat çıktı. Her biri 'illa da bizim istediğimiz İslamiyeti öğreteceksiniz' dediler. Ama bizim her birini öğretme imkanımız yok, 'aranızda anlaşın bir tek program getirin bunu öğretelim' dedik. Ortak bir program getiremediler. Biz gerçekten samimi olarak okullarımızda Türk çocuklarına İslamiyeti öğretmek istiyoruz. Kanunen buna da mecburuz zaten. Bu defa Ankara'ya yazdık. Böyle bir problemle karşılaştık. Bize yardımcı olun, okullarımızda İslamiyet olarak ne anlatalım, diye sorduk. Ankara'dan gelen cevap ise şöyleydi: Onların hiçbirini öğretmeyin, bizim programımızı uygulayın. Tam bunu uygulamaya hazırlanırken, Türklerden ikiyüz bin imzalı dilekçe aldık. Dilekçede, 'bu programın okutulmasını istemiyoruz. Okutursanız, bu derslere girmelerine izin vermeyiz' diyorlardı. Zorla İslamiyeti öğretecek halimiz yoktu. Üzülerek şunu belirteyim ki, anayasamızın emri olduğu ve samimi olarak öğretme isteğimize rağmen halen okullarımızda İslam dinini öğretemiyoruz. Bu problemi, engeli bütün gayretlerimize rağmen bir türlü aşamadık..." Alman pofesörün bu anlattıklarına önce inanamadım. Toplantıdan sonra, 20-30 senedir Almanya'da olan bazı arkadaşlara sordum, anlatılanların doğru olduğunu söylediler. Nasıl oluyor hâlâ hafsalam almıyor. Okulda öğretilecek olanlar zaten temel bilgiler. İmanın altı şartı, İslamın beş şartı gibi ana konularda da mı anlaşamıyorlar. Okullarda, temel bilgiler öğretilse, her cemaat 'kendi doğrularını' evinde öğretse olmaz mı sanki? "Bir şeyin hepsi elde edilemezse, hepsinden de vazgeçmemek gerekir." İlla benim dediğim olacak, inadının kime ne faydası var. Bazıları diyebilirler ki, 'Almanlar samimi değil, el altından cemaatleri kışkırtıyor...' Böyle bile olsa en azından oradaki Müslümanların vebalden kurtulmaları için, bir araya gelip Alman devletinin istediği şartları yerine getirmeleri gerekir. Yoksa ahırette bunun hesabını kimse veremez. Bu vebal başka vebale benzemez! Böyle hadiseleri öğrenince Resulullah efendimizin "Birlik" üzerine niçin bu kadar durduklarını daha iyi anlıyor insan. Peygamber efendimiz ne buyurmuş: "Birlikte rahmet, ayrılıkta, (parçalanmakta, bölünmekte) azab vardır."