İnsanın ruhu, bu bildiğimiz ceset ile birleşmeden önce, terakkî edemez, ilerliyemezdi. Kendine mahsûs makâmda, derecede bağlı ve mahbûs gibi idi. Fakat, bu cesede indikten sonra, yükselebilmek hâssası ve kuvveti ona verilmiştir. Bu hâssası, onu melekten üstün ve şerefli yapmıştır. Allahü teâlâ lutf ederek, ihsan ederek, ruhu, bu hissiz, hareketsiz olan, hiçbir şeye yaramıyan, karanlık ceset ile birleştirdi. Ruh ışığını, karanlık ceset ile birleştiren, madde olmayan, zamanlı, mekanlı olmayan ruhu, maddeden yapılan ceset ile bir arada bulunduran, Allahü teâlâ, çok büyüktür. Bütün büyüklük, üstünlükler, yalnız O'na mahsustur. O'nda hiç kusûr olamaz. Bu sözün manâsını iyi kavramak lâzımdır. Ruh ile ceset, her bakımdan, birbirinin aksi, zıddı olduğundan, bunların bir arada kalabilmesi için, Allahü teâlâ, ruhu nefse âşık etti. Bu sevgi, bunların bir arada kalmasına sebep oldu. Kur'an-ı kerîm, bu hâli bize haber veriyor. Vettîn sûresinin bir âyetinde meâlen, "Biz insanın ruhunu, güzel bir sûrette yaratıp, sonra en aşağı dereceye indirdik" buyuruldu. Ruhun bu dereceye düşürülmesi ve bu aşka tutulması, kötülemeye benzeyen bir metihtir. İşte ruh, nefse karşı olan bu aşkı, sevgisi sebebi ile, kendini nefs âlemine attı ve nefse tâbi, esîr oldu. Hattâ, kendinden geçti. Kendisini unuttu. Nefs-i emmâre hâlini aldı. Sanki nefs-i emmâre oldu. Ruh, her şeyden daha latîf, olduğundan, madde bile olmadığından, her ne ile birleşirse onun hâline, şekline ve rengine girer. Kendini unuttuğu için, evvelâ kendi âleminde, derecesinde iken, Allahü teâlâya olan bilgisini de unuttu. Cahil ve gâfil oldu. Nefs gibi cehâlet karanlığı ile karardı. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğu, çok acıdığı için, Peygamberler "aleyhimüssalevâtü vetteslîmât" gönderip, bu büyükler vâsıtası ile ruhu kendine çağırdı ve maşûku, sevgilisi olan nefse uymamasını, nefsi dinlememesini ona emretti. Ruh bu emri dinleyip, nefse uymaz, ondan yüz çevirir ise, felâketten kurtulur. Yok eğer, başını kaldırmaz, nefsle berâber kalmak, bu dünyadan ayrılmamak isterse, yolunu şaşırır, saadetten uzaklaşır. Yok eğer, ruh, nefsden yüz çevirir, ondan soğur, onun yerine Allahü teâlâyı severse ve kendi gibi, bir mahlûku sevmekten kurtulup, sonsuz var olan, hakîkî Bâkîye âşık olup, bu aşk ile kendinden geçerse, zâhirin, yani nefsin gafleti, cehâleti, bâtına, yani ruha sirâyet etmez. O, Allahü teâlâyı bir an unutmaz.