Bugün dünyanın süper gücü nasıl ABD ise, bir zamanlar da Osmanlı İmparatorluğu idi. Hem de asırlarca üç kıtada devam eden bir üstünlük. Her devlet bir iş yapacağı zaman, "Osmanlı ne der?" diye düşünürdü. Osmanlının himayesinde ve idaresinde olan her millet Osmanlıdan kendisine bir zarar gelmeyeceğinden emindi. Bunun için Osmanlıya düşmanlık aklından bile geçmezdi. Yakın zamana kadar, ABD için de durum böyleydi. ABD'deki müslümanlar hangi milletten olurlarsa olsunlar, gururla "Amerikalıyız" diyorlardı. Şimdi diyemiyorlar. 11 Eylül'den sonraki, farklı, haksız muameleler bu noktaya getirdi onları. Halbuki hukukta genel kaidedir: Birinin yaptığı suçtan dolayı diğerleri cezalandırılamaz. Peki, sayıları çok az da olsa bazı Müslümanları anarşiye, teröre iten sebep nedir? Terörün hiçbir haklı sebebi olamaz; fakat durup dururken bu hale gelmedi bunlar. Onları canlı bomba çılgınlığına ne sevketti? İsterseniz bunun cevabını kendilerinden dinleyelim. İslâm araştırmacısı Karen Armstrong, İngiliz The Guardion gazetesindeki bir yazısında bu soruların cevabını şöyle veriyordu: "Bundan yüz sene kadar önce, Müslümanlar terör nedir bilmezlerdi; hepsi barış severdi. Bugün ise İslâm dünyasının her yerinde Batı'ya özellikle de Amerika'ya karşı bir hınç var. 11 Eylül eylemini samimiyetle kınasalar bile, içlerinden bir de oh olsun demektedirler. Usame bin Ladin ve diğerlerini Bush ve müttefikleri şimdi imha etseler bile, yüzlerce yeni lider ve lider ruhlu insanlar mantar gibi bitecektir. Çünkü insanların Amerika'ya kini vardır. Bu kinin ve bu öfkenin birinci sebebi sömürü ve istismardır. Batı hemen hemen İslâm âleminin bütün ülkelerini işgal etti. İşgal ettiği her yeri sömürdü. Halbuki Müslümanlar dünyanın en büyük medeniyetlerinden birini ve dünyanın en güçlü devletlerini kurmuş köklü bir geleneğe sahiptiler. Hz. Muhammed'in vefatından 100 sene sonra Atlantik Okyanusu'ndan Çin ortalarına kadar uçsuz bucaksız bir sahayı ellerine geçirmişlerdi. Daha sonra ise Osmanlı Devleti, kendi döneminde dünyanın en güçlü ve biricik devleti idi. İşte böyle tarihi bir mirasa sahip Müslümanlar, Batı'nın kendisini büyük görüp İslâm âlemini küçümsemesini, horlamaya kalkışmasını hiç hazmedemediler. Yapılan haksızlıklar Batı'ya karşı büyük bir nefret doğurdu. Mısır gibi bazı ülkelerin, Batı'yı aynen taklidi halk arasında ters tepki yaptı. Zira halk yeni yöneticilerin kendi örf ve âdetlerini, dini geleneklerini hor gördüklerini müşahede etti. Diğer taraftan Batılılar sömürgeleştirdikleri ülkelerde okullar, hastaneler açtılar. Fakat bütün bunlar Batı'nın menfaatlerine yönelik faaliyetlerdi. Ülkeyi Batı'ya daha fazla bağımlı hale getirmek maksadıyla yapılan işlerdi. Nitekim misyonerler bu okullarda halkın çocuklarına dini geleneklerini kötülüyor, kültürlerini küçük gösteriyordu. Bu okullardan mezun olanlar sonunda kendilerini ne Doğulu hisseder oldular, ne de Batılı. Okumuşlar dinden ve halktan koptu; aydın halka, halk aydına yabancılaştı. İslâm ülkelerinin petrollerini sömürebilmek için Batılılar bu ülkelere en zâlim diktatörleri yerleştirdiler. Sonraları Batı'yı temsil eder hale gelen Amerika, CIA yoluyla pek çok ülkede iktidar değişikliği yapıp, Batı'nın çıkarını gözetecek kişileri başa getirdi. Müslüman halklar, sevmedikleri kişileri başa geçirip başta tuttuğu için Batı'ya diş bilemeye başladı. Birçok ülkede Batının adamı diktatörler ve yönetimler başa getirilmedi mi? (Devamı yarın)