Sap­tır­mak i­çin her kı­lı­ğa gi­rer!

A -
A +

Şey­tan in­san­la­rı al­da­ta­bil­mek için ba­zan da her­kes­ten çok iba­det eden tak­va sa­hi­bi bir kim­se kı­lı­ğı­na da gi­re­bi­lir: Mû­sâ aley­his­se­lâm za­ma­nın­da Kâ­rûn is­min­de bi­ri var­dı. Ken­di­si­ni ta­ma­men il­me ve ibâ­de­te ver­di. Yüz gü­zel­li­ği fev­ka­lâ­de idi. Bu­nun için ken­di­si­ne "Nûr Yüz­lü" der­ler­di. Kırk se­ne dağ­da ken­di ba­şı­na ibâ­det et­ti. İn­san­lar ara­sı­na çık­ma­dı. Şey­tan, in­san kı­lı­ğı­na gi­rip, bu­nun ya­nı­na git­ti. Onun­la be­ra­ber o da ibâ­det et­me­ye baş­la­dı. Hat­tâ ibâ­det­te, Kâ­rûn'u geç­ti. Kâ­rûn, bu­na im­re­nip hür­met et­me­ye baş­la­dı. Bir gün şey­tan Kâ­rûn'a, "Ey Kâ­rûn! Böy­le sa­de­ce ibâ­det yap­mak­la iyi mi ya­pı­yo­ruz san­ki? İs­râ­ilo­ğul­la­rı­nın has­ta­la­rı­nı zi­yâ­ret ede­mi­yo­ruz, on­la­rın ce­nâ­ze­le­rin­de bu­lu­na­mı­yo­ruz. Bu­nun için dağ­da bu­lun­ma­mız uy­gun ol­maz" de­di. Bu ba­hâ­ne ile, onu in­san­la­rın ara­sı­na in­dir­di. İbâ­det­le­ri­ne bu­ra­da de­vam et­ti­ler. Halk bun­la­ra ye­mek ge­ti­ri­yor, bun­lar de­vam­lı ibâ­det­le meş­gûl olu­yor­lar­dı. Bir gün şey­tan de­di ki: - Bu yap­tı­ğı­mız uy­gun de­ğil­dir. Baş­ka­la­rı­na yük olu­yo­ruz? - Öy­ley­se ne yap­ma­mız lâ­zım­dır? - Sa­de­ce cu­ma gün­le­ri ça­lı­şıp, rız­kı­mı­zı çı­ka­ra­rak di­ğer gün­ler ibâ­det ede­lim. Öy­le yap­tı­lar. Fa­kat bir müd­det son­ra da, "Bir gün ça­lı­şıp, bir gün ibâ­det ede­lim. Faz­la ka­zan­cı­mı­zı da fa­kîr­le­re sa­da­ka ola­rak ve­ri­riz, se­vâ­ba gi­re­riz" de­di. Böy­le­ce şey­tan, Kâ­rûn'u dün­ya ma­lı­na kar­şı teş­vîk et­ti. Kâ­rûn bil­di­ği kim­ya il­mi­ni de kul­la­na­rak, kı­sa za­man­da zen­gin ol­du. O ka­dar çok zen­gin ol­du ki, zen­gin­li­ği dil­le­re des­tan ol­du. Mû­sâ aley­his­se­lâ­mın söz­le­ri­ne uy­ma­yıp, ken­di­ni ta­ma­men dün­ya­ya ver­di. Sa­yı­sız ha­zî­ne­le­re ka­vuş­tu. Ha­zî­ne­le­ri­nin anah­tar­la­rı­nı, kırk ka­tır ta­şır­dı. Kâ­rûn zen­gin olun­ca, es­ki gü­zel hu­yu da kal­ma­dı. Zu­lüm ve hak­sız­lık yap­ma­ya baş­la­dı. Hat­tâ, ken­di­si­ne ilim öğ­re­ten Mû­sâ aley­his­se­lâ­ma bi­le kar­şı ge­lip, O'nun ça­lış­ma­la­rı­na en­gel ol­ma­ya, O'nun mu'ci­ze­le­ri­ne si­hir de­me­ye baş­la­dı. Ce­nab-ı Hak da onu mal­la­rı ile be­ra­ber ye­rin di­bi­ne ba­tı­ra­rak yok et­ti. Kur'ân-ı ke­rîm­de, şöy­le bah­se­dil­mek­te­dir: "Kâ­rûn Mû­sâ'nın (aley­his­se­lâm) kav­min­den­di. Fa­kat o, on­la­ra kar­şı az­gın­lık et­miş­ti. Biz ona, anah­tar­la­rı­nı ta­şı­mak­ta bi­le, güç­lü kuv­vet­li bir ce­mâ'ate ağır ge­len ha­zî­ne­ler ver­dik. O va­kit kav­mi ona şöy­le de­di­ler: Dün­ya ma­lı ile şı­mar­ma! Çün­kü Al­la­hü teâ­lâ dün­ya ma­lı ile şı­ma­ran­la­rı sev­mez." > Tel: 0 212 - 454 38 21 www.meh­me­to­ruc.com e-ma­il: meh­met.oruc@tg.com.tr

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.