Yusuf aleyhisselâm kardeşi Bünyamin'i yanında alıkoymak istiyordu. Bu ise, ancak babası Yakûb aleyhisselâmın dinine göre mümkündü. Allahü teâlâ Yusuf aleyhisselâma bu tedbiri vahiy ile öğretti. Firavun'un hırsız hakkındaki kanunu, hırsızın dövülüp, çaldığı malın iki katı ile ödetilmesi şeklinde idi. Bu kanuna göre, Yusuf aleyhisselâmın kardeşini yanında alıkoyması mümkün değildi. Su kabı, tahminlerinin aksine Bünyamin'in yükünden çıkınca, diğer on kardeş telâşlandılar. Hepsi hiç hoşa gitmeyen bu manzara karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar. Bunun üzerine on kardeş; "Su kabının Bünyamin'in yükünden çıkması hayret edilecek bir şey değildir. Nitekim onun kardeşi de daha evvel hırsızlık yapmıştı" diyorlardı. Böylece kardeşler, içlerinde sakladıklarını dışarı vuruyorlardı. Yusuf aleyhisselâma nisbet ettikleri hırsızlık, Yakûb aleyhisselâmın kız kardeşinin Yusuf aleyhisselâmı yanında alıkoymak için başvurduğu çare idi. İbrahim aleyhisselâmın kemerini Yusuf aleyhisselâmın üzerine bağlayarak onu yanında alıkoymuştu. Gerek Yusuf aleyhisselâmın ve gerekse Bünyamin'in durumlarında hırsızlık yoktu. Ancak hırsızlığa benzer bir görünüş bulunduğu ve başlarına gelen bu hâdiseden canları sıkıldığı için kardeşleri böyle söylemişlerdir. İçlerinden biri yine kendini tutamayarak Bünyamin'in üstüne yürüdü: "Yazıklar olsun sana ey Bünyamin! Bizi zor durumda bıraktın. Demek ki anan Râhil sadece iki hırsız doğurmuş" dedi. "Vallahi ben hırsızlık yapmadım" deyince, "Peki bu tas senin çuvalında ne arıyor?" diye sordu. O da, "Kimin koyduğunu da, nasıl konulduğunu da bilmiyorum" dedi. Artık olan olmuştu. Kabı çuvala kim koyarsa koysun netice aynı kapıya çıkıyordu. Bünyamin'e söylenen sözlerin hepsi, diğer kardeşlerin içini boşaltmalarına yarıyordu. Onların bir korkuları da, artık Mısır topraklarına girmelerinin yasaklanması idi. İçlerini şiddetli bir sıkıntı basmıştı. Ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini bilemiyorlardı. Hırslarını yenemiyorlar, aynı şeyleri tekrar tekrar söylüyorlardı. Yusuf aleyhisselâm kardeşlerinin durumunu izliyor, bir şey söylemiyordu. Ne sözle ve ne de fiille bu işin hakikatini, onlara açıklamadı. Kendi kendine; "Sizin durumunuz daha kötüdür. Siz benim gibi masum bir kardeşinizi çaldınız, babasından ayırdınız, götürüp kuyuya bıraktınız. İşin hakikatinin sizin söylediğiniz gibi olmadığını Allahü teâlâ çok iyi bilmektedir" diye düşündü.