Dün, bütün toplumları hızla kuşatma altına alan, stres, depresyon gibi ruhi hastalıklardan ve bunların sebeplerinden bahsetmiştik. Bu rahatsızlıkların önemli bir sebebi de, sebepleri yaratana değil de sebeplere güvenmektir. Halbuki dinimiz, sebeplere yapışmamızı fakat bunlara güvenmememizi emrediyor. Sebeplere güvenen, sebepleri çok zorlar, istediği olmayınca başkalarını ve kendini suçlar. Niçin olmadı, kim buna mani oldu diye suçlu arar. Arzusu yerine gelmeyince bunalıma girer, ruhi dengesi bozulur. Bu davranış kişinin tevekkülünün azlığını gösterir. Tevekkülü tam olan kimse, sebeplere değil, sebepleri yaratan Allaha sığınır, O'na güvenir. Nitekim bir hadisi şerifte, "Bir kimse, Allahü teâlâya sığınırsa, Allahü teâlâ, onun her işine yetişir. Hiç ummadığı yerden, ona rızk verir. Her kim, dünyaya güvenirse, onu dünyada bırakır" buyurdu. İbrahim aleyhisselamı mancınığa koyup, ateşe atarlarken "Hasbiyallah ve nimelvekil", yani (Bana Allahım yetişir. O iyi vekil, yardımcıdır) dedi. Ateşe düşerken, Cebrail aleyhisselam gelip, "Bir dileğin var mı?" diye sorunca, "Var, ama sana değil" dedi. Böylece "Hasbiyallah" sözünün eri olduğunu gösterdi. Bunun için Vennecmi suresinde, "Sözünün eri olan İbrahim" mealindeki ayet-i kerime ile medh buyuruldu. Allahü teâlâ, Davüd aleyhisselama, "Bir kimse, her şeyden ümit kesip, yalnız bana güvenirse, yerde ve göklerde bulunanların hepsi, ona zarar yapmaya, aldatmaya uğraşsalar, onu elbette kurtarırım" mealindeki ayet-i kerime ile vahiy gönderdi. Tevekkül tembellik değildir! Tevekkül etmeyi yanlış da anlamamak lazım. Çok kimse, tevekkülü, her işi oluruna bırakıp, isteği ile bir şeyi yapmamak, para kazanmak için uğraşmamak, tasarruf yapmamak, hasta olunca ilaç kullanmamak, dini, İslamiyeti öğrenmemek, din düşmanlarından sakınmamak sanmaktadır. Bazı din düşmanları da tevekküle, kanaat etmeğe kasıtlı olarak yanlış mana vererek; İslamiyet tembelliktir, din afyondur, diyor. İslamiyete hücum ediyorlar. Gençleri aldatmaya, dinsiz, imansız yapmaya uğraşıyorlar. Bu İslamiyete alçakça bir iftiradır Tevekkülü böyle düşünmek yanlıştır. İslamiyete uygun değildir. Halbuki, tevekkül, İslamiyetin emir ettiği şeydir. İslamiyete uygun olmayan şeyler, nasıl tevekkül olabilir? Tecrübe ile anlaşılan, sebeplere bağlı işlerde tevekkül, sebebi bırakmak değildir; ilim ile ve hâl ile tevekkül etmektir. İlim ile tevekkül, açlıktan kurtulmak için sebepleri, yani eli, ağzı, dişi, mideyi, yemekleri, ekmeği, fizyolojik hareketleri, hep Allahü teâlânın yaratmış olduğunu bilmektir. Hâl ile tevekkül, kalbin, Allahü teâlânın ihsanına güvenmesi, yemeğe, ele, ağıza, sıhhate güvenmemesidir. El, bir anda felç olabilir. İnsan bir gün, hazım hastalıklarına tutulabilir, yemek, faydalı olmayabilir. O halde, gıdanın yaratılmasında ve önüne gelmesinde, hazım edilmesinde kendi hareketine, kuvvetine değil, Allahü teâlânın fazlına, iyiliğine güvenmelidir. Vaktin birinde, bir derviş dağda bir mağaraya girip, tevekkül eder, rızık bekler. Günler geçtiği halde, bir şey gelmez. Açlıktan öleceği sırada, Allahü teâlâ, o zamanın Peygamberine emir eder ki: "Git, o ahmak adama söyle! Şehre girip insanlar arasına karışmazsa, onu açlıktan öldürürüm. O, benim âdetimi bozmak mı istiyor?" Peygamber haber verince, şehre gelir. Şehirde, her taraftan bir şey getirilir, karnı doyar. "Kullarımın rızkını, doğrudan doğruya göndermeyip, kullarımın eli ile, onlara göndermeyi severim" mealindeki ayet-i kerime meşhurdur. Gerçek tevekkül O halde, tevekkül etmek, sebeplere yapışmak; fakat sebeplere değil, sebepleri yaratana güvenmek demektir. Kapıyı kilitlemelidir. Fakat kilide güvenmemelidir. Nitekim, hırsızlar, çok kilitleri kırmıştır. Tevekkül edenin alameti şudur ki, evine gelip, eşyanın çalındığını görünce üzülmez. Allahü teâlâ, böyle takdir etmiş deyip, kazaya razı olur. Kapıya kilit takarken, "Ya Rabbi! Bu kilidi, senin kazanı değiştirmek için değil, senin emrine, âdetine uymak için takıyorum. Ya Rabbi! Eğer malıma, birini musallat edersen, senin takdirine razıyım! Bu malı, benim için mi yarattın, yoksa başkası için yaratıp, bende emanet olarak mı bıraktın bilemem" diye kalbinden geçirmelidir. İşte dine uygun tam tevekkül böyle olur!