Tebük Harbi dönüşünde, Peygamber efendimiz gecikince, Abdurrahman bin Avf hazretleri imâm yapılmıştı. İkinci rek'atte iken Peygamber efendimiz yetişip kendisine uydu. Namazdan sonra; "Bir peygamber sâlih bir kimsenin arkasında namaz kılmadıkça rûhu kabzolmaz" buyurdu. Abdurrahman bin Avf hazretleri nakleder: Bir gün Peygamber efendimiz yalnız olarak, yola çıktı. Ben de geriden tâkip ediyordum. Hurmalık bir yere vardı. Yere kapandı. Secde o kadar uzadı ki, kendi kendime, "Aman yâ Rabbî, acaba Resûlullaha bir şey mi oldu?" diyerek büyük bir korku ile yanına yaklaştım ve oturdum. Resûlullah, secdeden başını kaldırıp sordu: - Sen kimsin? - Ben Abdurrahman'ım. - Bir şey mi oldu? - Hayır yâ Resûlallah, secdeniz o kadar uzadı ki, size bir hâl olmasından endişe ettim. - Yâ Abdurrahman! Cebrâil aleyhisselâm şunu müjdeledi: "Yâ Resûlallah, kim ki, sana salât ve selâm getirirse, Cenâb-ı Hakkın magfiret ve selâmına nâil olur." Ben de bu müjde sebebiyle şükür secdesinde bulundum. Abdurrahman bin Avf hazretleri, Resûlullahın âhirete teşrîfinden sonra, Onunla geçirdiği günleri hatırlayarak dâimâ ağlardı. Onun sohbetlerinden mahrûm olduktan sonra, kendisi için dünyanın hiçbir kıymeti kalmadığını söylerdi. Nevfel bin İyas hazretleri anlatır: Abdurrahman bin Avf hazretleri, bizi bir gün evine götürdü. Bize tepsi içinde leziz yemekler ikrâm etti. Yemeği önümüze koyunca, ağlamaya başladı. O ağlayınca biz de ağlamaya başladık. Fakat niçin ağladığımızı bilmiyorduk. Sordum: - Ey Abdurrahman, seni bu kadar ağlatan nedir? - Biz bu kadar ni'metler içerisindeyiz. Resûlullah vefât etti. Fakat kendisi ve ev halkı arpa ekmeğinden bile bir defa olsun doyasıya yemedi. Biz bu yediklerimizin şükrünü nasıl yapacağız? Bunun için ağlarım.