Resûlullah efendimiz İblis'in, insanları nasıl kandırdığını bildiren sözleri üzerine, "Ümmetime saadet ihsân eden, seni de tâ belli bir zamana kadar şaki kılan Allaha hamdolsun" buyurdu. Bu sözleri işiten şeytan şöyle dedi: "Heyhat! Ümmetinin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için kendini nasıl rahat hissedersin. Ben, onların damarlarına girerim. Ama onlar, benim bu hâlimi göremez ve bilemezler. Beni yaratan ve kıyâmet kopuncaya kadar bana hayat veren Allaha yemîn ederim ki, onların hepsini azdırırım. Câhillerini ve âlimlerini, ümmîlerini ve okumuşlarını, fâcirlerini ve âbidlerini, hâsılı bunların hiçbiri elimden kurtulamaz. Ancak Allahın ihlâslı olan hâlis kullarını azdıramam." İFLAS ETMİŞ KULLAR!.. Peygamber efendimiz sordu: "Sana göre ihlâs sahibi olan muhlis kullar kimlerdir?" İblîs dedi ki: "Yâ Muhammed! Bir kimse parasının, malının ve mülkünün sevgisini kalbine koymuşsa, o ihlâs sahibi değildir. Para ve mal sevgisini kalbine koymamışsa, övülmekten ve medhedilmekten hoşlanmıyorsa, bilirim ki o ihlâs sahibidir. Hemen onu bırakıp kaçarım. Bir kimse, malı ve övülmeyi sevdiği, kalbi de dünyâ arzularına bağlı kaldığı müddetçe, bana en çok itaat edenler arasına girmiştir. Bildiğiniz gibi mal sevgisi, büyük günahların en büyüğüdür. Ayrıca baş olma sevgisi de büyük günahların arasındadır." İblîs, bundan sonra kötü huylar üzerinde durarak, bunların her birinden nasıl istifâde ettiğini anlattı: "Yâ Muhammed! Bilirsin ki, yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim. Kim yalan söylerse, o benim dostumdur. Kim yalan yere yemîn ederse, o da benim sevgilimdir. Gıybet ve koğuculuk, benim meyvelerim ve şenliğimdir. Yâ Muhammed! Her kim ne zaman namaza kalkmak isterse tutar, ona vesvese veririm. Derim ki, henüz vakit var... Kılmamasına muvaffak olamazsam, çabuk çabuk kılmasını emrederim. Tıpkı horozun, gagasıyla yerden bir şeyler topladığı gibi." Şeytan konuşmasına devam ederek dedi ki: "Sen, ümmetinin saadeti için nasıl ferah duyabilirsin ki? Ben onlara namaz kılmamaları için ne tuzaklar kurarım, ne tuzaklar..." İblîs konuşmasına şöyle devam etti: "Yâ Muhammed! Eğer yalan söyledimse, Allahtan dile, beni kül eylesin. Yâ Muhammed! Sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın? Resûlullah efendimiz sordu: "Ey la'in! Senin oturma arkadaşın kimdir?" İblîs dedi ki: "Faiz yiyen." "Dostun kim?" "Zinâ eden." "Yatak arkadaşın kim?" "Sarhoş." "Misâfirin kim?" "Hırsız." "Elçin kim?" "Sihirbazlar." "Gözünün nûru nedir?" "Hanım boşamak." "Sevgilin kimdir?" "Cum'a namazını bırakanlar." Peygamber efendimiz bu sefer başka bir mevzûya geçti: "Ey la'in! Senin kalbini ne kırar?" İblîs: "Allah yolunda cihâda giden atların kişnemesi" dedi. "Peki, senin cismini ne eritir?" "Tövbe edenlerin tövbesi." "Ciğerini ne parçalar ve ne çürütür?" "Gece ve gündüz yapılan istiğfar." "Yüzünü ne buruşturur?" "Gizli verilen sadaka." "Gözlerini kör eden nedir?" "Gece kılınan namaz." "Başını eğdiren nedir?" "Cemâatle kılınan namaz." Resûlullah efendimiz, başka bir mevzûya geçerek sordu: "Ey İblîs! Seni işinden alıkoyan nedir?" "Ulemâ meclisleri" "Yemeğini nasıl yersin?" "Sol elimle ve parmağımın ucuyla." "Peki, sam yeli esip, ortalığı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin?" "İnsanların uzamış tırnakları arasında." "BEN SADECE VESVESE VERİRİM!" İblîs, bundan sonra Peygamberimize kendi durumunu anlatmaya başladı: "Yâ Muhammed! Bir kimseyi ben kendi elimle dalâlete sürükleyemem. Ben ancak, vesvese veririm ve o şeyi güzel gösteririm. Hepsi o kadar. Eğer dalâlete sürüklemek elimde olsaydı, yeryüzünde 'Allahtan başka ilâh yoktur. Muhammed, Allahın Resûlüdür' diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kılanı dahî hiç bırakmaz, hepsini dalâlete düşürürdüm. Nasıl ki, senin elinde hidâyet cinsinden bir şey yoksa, benim de o kimseyi doğru yoldan çıkaracağıma dâir bir şey yoktur. Sen, ancak Allahın Resûlüsün ve tebliğ etmeye me'mursun. Eğer hidâyet elinde olsaydı, yeryüzünde bir tek kâfir bırakmazdın..."