Hazreti Ali, evinin ihtiyaçlarını karşılayamamanın üzüntüsü ile teselli bulmak için Resullahın huzuruna gitmek üzere dışarı çıktı. Yolda bir kimse gördü. Elinde besili bir deve vardı. Hz. Ali ile aralarında şu konuşma geçti: -Ey yiğit! Bu deveyi satıyorum, alır mısın? - Şimdi param yok, alamam. - Sana veresiye veririm. - Kaça veriyorsun? - Yüz akçeye veririm. - Kabûl ettim. - Peki ben de kabûl ettim, sana sattım. Deveyi, Hz. Ali'ye teslim etti. Hz. Ali deveyi almış, biraz gitmişti ki bir adama rastladı. Hz. Ali'ye: -Bu deveyi bana satar mısın? dedi. Hz. Ali; - Evet satarım buyurdu. O kimse; - Üçyüz akçeye bana verir misin? dedi. Hz. Ali: "Olur veririm" dedi ve deveyi o şahsa sattı. Üçyüz akçeyi peşin alınca doğru çarşıya gitti. Yiyecek ve meyveler aldı. Evine girince çocuklar sevindiler. Babalarının getirdiği yiyecek ve meyveleri yemeğe koyuldular. Fatımatü'z-Zeh-râ Hz. Ali'den bu yiyecekleri nereden aldığını sordu. Hz. Ali mes'eleyi anlattı. Yemeklerini yiyip Allahü teâlâya hamd-ü senâ ettikten sonra Hz. Ali, Hz. Fâtıma'ya: "Ben, Resûl-i Ekrem'in sohbetine gidiyorum" diyerek evden çıktı. Yolda Resûl-i Ekrem'e rastladı. Yanında Eshab-ı kirâm vardı. Meğer Resûl-i Ekrem Hz. Ali ve Fâtıma'yı görmeğe geliyorlarmış. Resûlullah efendimiz hazreti Ali ile karşılaşınca - Yâ Ali! Deveyi kimden alıp, kime sattın? buyurdu. Hz. Ali "Allah ve Resûlü bilir" dedi. Resûl-i Ekrem: - Yâ Ali! Sana deveyi satan Cebrâil aleyhisselâm, satın alan da, İsrafil aleyhisselâm idi. Deve de Cennet develerinden idi. O Müslümanı sıkıntıdan kurtardığın için Hak teâlâ dünyada bire elli hasene (sevap) verdi. Âhirette vereceğinin hesabını ise kendisinden başka kimse bilmez" buyurdu.