Son yıllarda, "Ehli Beyt" ve "Kerbela olayı" geçen hafta olduğu gibi her 10 Muharremde yazılı ve görsel basında geniş yer almaktadır. Haberler objektif olarak değil, tek taraflı verildiğinden şikayetle bu iki konuda, "Ehli sünnet"in "görüşünü" soran okuyucularıma muteber kaynaklarda geçen konu ile ilgili bilgileri sunmak istiyorum... Ehli sünnet İslam büyükleri Ehl-i Beyti sevmenin her mümine farz olduğunu bildirmişlerdir. Bunlarda Resûlullah'ın zerreleri vardır. Onlara kıymet vermek, saygı göstermek her Müslümanın vazîfesidir. Ehl-i Beyt ile ilgili Peygamber efendimiz buyurdu ki: "Benden sonra size iki emanet bırakıyorum. Bunlara yapışırsanız, yoldan çıkmazsınız. Birisi, ikincisinden daha büyüktür. Biri Allahü teâlânın kitâbı olan Kur'ân-ı kerîmdir ki, gökten yere kadar uzanmış, sağlam bir iptir. İkincisi, Ehl-i Beytimdir. Bunların ikisi birbirinden ayrılmaz. Bunlara uymayan Benim yolumdan ayrılır." "Ümetimden Ehl-i Beytimi sevenlere şefâat edeceğim." Büyük İslâm âlimi İmâm-ı Rabbânî hazretleri buyurdu ki: "Babam çok âlim idi. Her zaman Ehl-i Beyti sevmeyi tavsiye ve teşvik buyururdu. Bu sevgi insanın son nefeste imanla gitmesine çok yardım eder, derdi. Vefât edeceklerinde baş ucunda idim. Son anlarında şuurları azaldığında kendilerine bu nasîhatleri hatırlattım ve o sevginin nasıl tesir ettiğini sordum. O hâldeyken bile: "Ehl-i Beytin sevgisinin deryasında yüzüyorum'' buyurdular... Dinimiz "ölçülü" olmayı emredir. Bunun için sevgide ve düşmanlıkta haddi aşmamak, dinimizin dışına çıkmamak lazımdır. Çünkü, bir kimse ne kadar, zalim olursa olsun, ne kadar alçakça işler yaparsa yapsın, açıkça dini inkâr etmedikçe, inanılacak şeylere inandığı müddetçe, Müslümandır, buna kâfir denilemez. Denilirse bunu söyleyen dinden çıkar. Günah ne kadar büyük olursa olsun, küfre taşmadığı müddetçe imanı götürmez. Yezid, zalimliğine, caniliğe sebep olmasına rağmen, İslâmiyete düşman değildi. Namaz kıldığı İslamiyeti yaymak için cihad ettiği tarihi bir gerçektir. Babası Hazret Muaviye, Eshab-ı kiramdandı, Resulullahın kayın biraderi ve vahiy katibi idi. Onun zamanında İslamiyet geniş bir coğrafyaya yayıldı. İstanbul'u fethetmeye gelen ordunun başında Yezid vardı ve emrinde Hz. Halid bin Zeyd ve Mesleme gibi büyükler bulunuyordu. Hal böyle olunca, Yezid'in ve babası Hz. Muaviye'nin Müslüman olmadığını hangi dil söyleyebilir? Burada Yezid'in yaptıklarını savunacak halimiz yok; zaten hiçbir Müslüman bunu yapmaz. Onu sevmez, fakat sevmemek ayrı, küfürle itham etmek ayrı. Maksadımız onu temize çıkartmak değil dinimizin ölçüsünü bildirmektir. Hazret-i Muaviye ehli beyti çok severdi. Şu vasiyeti ehli beyt sevgisini açıkça göstermektedir. Hz. Muaviye vefâtına yakın, çok hastalandı. Öleceğini anlayınca oğlu Yezîd'i çağırtarak dedi ki: "Ey oğlum! Hazret-i Hüseyin'e, çocuklarına, kardeşlerine, kardeşlerinin çocuklarına, bütün akrabasına iyi davran! Ey Yezîd! Hz. Hüseyin ile istişare etmeden, halk hakkında hiçbir iş yapma. Senin yanında onun emrinden daha yüksek emir, onun elinden daha yüksek el olmasın. Onsuz ve onun çoluk çocuğu olmadan bir şey yeme ve içme. Ondan ve onun çoluk çocuğundan önce kimseyi giydirme. Ey oğlum! Biz sadece onun babasının ve dedesinin köleleriyiz. Ey oğlum! Bir harcama yaparsan yarısı Hz. Hüseyin için olsun. Onun üzülmesinden ve kızmasından çok sakın. Çünkü onun dedesi Resûlullah efendimiz önce gelenler ve sonra gelenler hakkında şefaat edecektir. Onun babası Hz. Ali bin Ebî Tâlib kıyamet gününde Kevser Havuzunun suyundan dağıtacaktır. Liva-i Hamd onun elindedir. Annesi Fâtımat-üz-Zehrâ kadınların efendisidir. Büyük annesi Hadîce-i Kübrâ'dır. Allahü teâlâ onlar sebebiyle bizi doğru yola iletti. Onlara ve çoluk çocuğuna herkesin iyilik etmelerini tavsiye et. Onları râzı et. Hazret-i Hüseyin, çoluk çocuğu, akrabâları ve Benî Hâşim hakkında ileri gitme!" (Devamı yarın)