Geçen hafta, Avrupa ve ABD'deki boşanma oranlarından, ailenin çöküşünden ve Batı'da aile hayatından hızlı bir kaçışın olduğundan bahsetmiştik. Tabii ki, bu durum sadece, ABD ve Avrupa ile sınırlı değil. Bu çöküş Batı kültürünün hakim olduğu bütün ülkelerde oranları farklı olsa da devam etmektedir. Bu arada, ülkemiz de bu olumsuzluklardan nasibini almaktadır. Son yıllarda boşanma oranları hızla artmakta, buna bağlı olarak evlilikler azalmakta, evlilik yaşı yükselmektedir. Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nün verileri bu ürkütücü tabloyu gözler önüne sermektedir: 1990-1995 arasında yüzde 12, 1995-2000 arasında yüzde 21 olan boşanma oranları, 2000-2005 yılları arasında korkunç bir grafik çizdi ve % 270 seviyelerine ulaştı. Boşanma oranının bu kadar yükselmesinde; "Ekonomik özgürlüğe kavuşun", "Eşlerinize başkaldırın!", "Koca kahrı çekmeyin" türü propaganda yapan "TV'lerdeki kadın programları"nın, yine gazete, dergi ve televizyonlardaki magazin proglamlarının büyük rolü olduğu bir gerçek. Bu durum, toplumun temel taşı olan ailenin çökmeye başladığını ve Türkiye'yi de -geçen hafta bir nebze bahsettiğimiz- "Batı'nın akıbeti"nin beklediğini ortaya koydu. Yanlış yönlendirme Olayın sadece bir yönü ele alınıyor programlarda. Kadının, boşandıktan sonra başına gelenlerden, çoğunun eski günleri mumla aradığından bahsedilmiyor. Dağılan aileden kalan çocukların içler acısı halleri ekrana yansıtılmıyor. Onların ileride topluma nasıl kin bağladığından, intikam hırsı ile giriştikleri akıl almaz işlerden, kendilerine ve topluma verdikleri zararlardan bahsedilmiyor. Bu programlar, sadece boşanma oranlarını artırmakla kalmadı, ekrana çıkarttıkları yüzde, birlik, ikilik uç misallerle, insanlıktan nasibini almamış örneklerle gençleri evlenmekten, yuva kurmaktan da soğuttu. Nitekim daha öncleri, erkeklerde 20, kızlarda 18 olan evlenme yaşı, bugün erkeklerde 28, kızlarda 25'tir. Bu durum genç kızlarımızın, demek ki, evlilik buymuş, erkekler böyleymiş, diyerek evlenmekten vazgeçmelerine sebep oldu. Bu da, gençlerin ruhen ve bedenen sağlıklarını bozdu. Dinimizin her emrinde olduğu gibi, evlenmenin de insanın sağlığı üzerinde önemli bir tesiri vardır. Yapılan araştırmalarda, bekârların ölüm oranlarının daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Sağlıklı evliliklerin devam etmediği toplumlarda huzurdan bahsetmek mümkün değildir. Aile hayatının olmadığı, dolayısıyla her türlü cinsel sapıklığın, fuhşun kol gezdiği toplumda huzurdan nasıl bahsedilebilir. Programlarda, huzurlu bir evlilik için öğrenimin ve kadının ekonomik bağımsızlığının, çalışmasının üzerinde ısrarlı bir şekilde durulmaktadır. Öğrenimin çiftleri anlamada, tanımada, çocukların eğitiminde önemli bir etken olduğu vurgulanmaktadır. Uyumlu, sağlam aile yapısı için öğrenimin kaçınılmazlığı işlenmektedir. Yapılan araştırmalar, istatistiki veriler bunun hiç de böyle olmadığını, hatta tersi olduğunu göstermektedir. Boşanma davası açan kadınların durumuna ilişkin yapılan araştırmada şu sonuçlar elde edilmiştir: Boşanma davası açan kadınlardan %80'i çalışan kadın, %20'si ise ev hanımı. Bu çalışan kadınların eğitim düzeylerine ilişkin araştırmada ise şu sonuç elde edilmiştir: Bunların, %60'ı üniversite mezunu, %28'i lise mezunu, %12'si ilkokul mezunu. Bu rakamlar, yapılan telkinlerin ne kadar sağlıksız, ne kadar art niyetli ve yönlendirmeli olduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bu durum şu gerçeği bir defa daha ortaya koyuyor: Televizyonların, gazetelerin, dergilerin, kadın hakları ile ilgili sivil kuruluşların, kadının lehine olarak savundukları her şey kadının aleyhine sonuçlanmaktadır. Kadının durumu; iyileşme şöyle dursun her gün daha da kötüye gitmektedir. Çünkü sundukları reçete yanlıştır! Reçete belli Halbuki doğru reçete belli. Evlenmede, evliliğin devamında dinimizin emir ve yasaklarını esas alır, çocuklarımızı bu şuur ile yetiştirirsek, kadın da erkek de huzurlu olur. Aile yıkılmaktan kurtulur. Ne hazindir ki, bütün bunlara rağmen, Batı'nın perişan hali ortada iken, bizler olup bitenden ders almıyor, sonu belli olan bu yanlış yolda hızla ilerlemeye çalışıyoruz. Yapılan yoğun propagandalar gözümüzü kör ettiğinden olanları değerlendirecek durumda da değiliz. Manevi değerlerimizi birer birer kaybediyoruz. Sıra ailede artık; aileyi yıkmadıkça kendilerine tamamen benzetemeyeceklerini Batılılar çok iyi biliyorlar. Bir milleti yıkmak isteyen iç ve dış düşmanlar, ilk tahribatlarına aileden başlarlar. Nitekim, silah gücü ile Osmanlıyı yıkamayanlar, bu yıkımı aileden başlattılar. Elit tabakanın evlerine soktukları yabancı mürebbiyeler ile, Batı kültürünü aşıladılar; her türlü ahlaksızlığı, fuhşu da bu yolla aileye soktular. Böyece, 14 asırlık İslami aile yapısını sarstılar. Şimdi yapılmak istenen, sarsılan aileyi tamamen çökertmek! Bu konuda hayli yol aldıklarını da yukarıdaki rakamlar göstermektedir.