Dün, "tarihselciler"in Kur'an-ı kerimdeki Ahkam ayetleri için, "tarihte kaldı, miadını doldurdu" şeklindeki zırvalarından bahsederek, ismi İslam olan fakat emir ve yasağı olmayan sadece ahlaki, felsefi bir inanç sistemi kurmak istediklerinden bahsetmiştim. Halbuki din, sadece ahlâk kâidelerinden ibâret olsaydı, bunun için vahye, peygambere ve mukaddes kitaplara gerek kalmazdı. Cemiyetteki yaygın vicdan, ahlâk prensiplerini tesbit etmeye kâfi gelirdi. Veya sadece ahlakî hükümlerden ibaret kalmış Hıristiyanlık kâfi gelebilir; hazreti Muhammed'in gönderilmesine ihtiyaç olmazdı. İnsanlar, kabul edip etmemekte hürdür. Ancak kabul ettiği zaman, aklını değil, vahyi tasdik etmek durumundadır. Yalnızca akla uygun olsun denirse, o zaman vahiy değil, akıl tasdik edilmiş olur ki bu sisteme artık din değil, felsefe denir. Batı destekli "Tarihselciler", Kur'an-ı kerimin, belli bir zaman belli bir insan topluğuna hitap ettiğini iddia ederek, İslamiyetin son din olduğu inancını sarsmak istiyorlar. Halbuki İslamiyet, daha önceki semâvî hukuk kuralları gibi muayyen bir beldeye ya da kavme şâmil değildir. İslâm hukuku belirli bir zaman veya mekân ile kayıtlı olmaksızın bütün zamanlar ve mekânlar için câri hükümler getirmiştir. Bütün zamanların hukuku oluşu onun devamlılık özelliğinin tezâhürüdür. Bunun yanı sıra İslâm hukuku millet, soy, belde ve din farkı aranmaksızın bütün insanlara tatbik edilebilirlik hususiyeti taşır. Cihanşümul bir hukuk sistemi olma hususiyeti gereği, İslâm hukuku hükümleri çeşitli durumlara uyum sağlamaya elverişli olarak konulmuştur. İslamiyet son din olduğu için değişmesi söz konusu değildir. Cenab-ı Hak dini değiştirme yetkisini Resulüne bile vermemiştir. Nitekim "Onlara âyetlerimiz açıkça okunduğu zaman, öldükten sonra bize kavuşmayı beklemeyenler, 'ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir!' dediler. De ki: 'Onu kendiliğimden getirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Çünkü sizin arzularınıza uyar da Rabbime isyan edersem, elbette büyük günün azâbından korkarım'..." meâlindeki bir âyette (Yûnus: 15) Hazret-i Peygamber'in bile Kur'an-ı kerîm hükümlerini değiştirmeye salâhiyetli olmadığı bildirilmiştir. "Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur" (En'am: 34, Kehf: 27) ve "Allah'ın sözlerinde aslâ değişme yoktur" (Yûnus: 64) meâlindeki âyetlerde bu husus te'yid edilmektedir. Bir başka deyişle İslâm hukuku bütünüyle ya vardır, ya da yoktur. İslâm ulemâsı, İslâm hukukunun referans kaynağı olan İslâm dininin cihanşümul bir din olduğunu; her din gibi nasslara (dogmalara) dayandığını; bu nassların vaz'ı itibariyle de tekemmül ettiğini ve binâenaleyh zamanla mutlak olarak değişmesinin söz konusu olmadığını bildirmişlerdir. Nitekim Kur'an-ı kerîm âyetlerinin iniş itibariyle sonuncuları arasında bulunan ve Hazret-i Peygamber'in Vedâ haccında gelen "Bugün size dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Din olarak sizin için İslâmiyeti seçtim ve ondan râzı oldum" (Mâide: 3) meâlindeki âyet ile "Yaş ve kuru ne varsa hepsi Kur'an-ı kerîmde mevcuttur" (En'am: 59), "Bu Kitap'ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık" (En'am: 38), "Rabbinin sözü doğruluk ve adâlet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirebilecek kimse yoktur" (En'am: 115) ve "Bu Kitab'ı sana herşey için bir açıklama, bir hidâyet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için de bir müjdeci olarak indirdik" (Nahl: 89) meâlindeki âyetler İslâm hukukunun değişmez ve kemâle ermiş vasfını göstermektedir. Bu açık ayet-i kerime hükümlerine rağmen, Kur'an-ı kerimin tarihselliğini (tarihte kalma, miadını doldurma) iddia edenlerin, İslamiyetle ne kadar ilgilerinin kaldığına siz karar verin artık!