Tasavvufun gayesi, ehl-i sünnet itikadından ve İslâmiyetin emirlerinden başka şeylere kavuşmak değildir. Ehl-i sünnet itikadının yakînî ve vicdânî olması, yani sağlamlaşması, şüphe getiren tesîrlerle sarsılmaması içindir. AkıI ile, delîl ile kuvvetlendirilen iman, böyle sağlam olamaz. Ra'd sûresi otuzuncu âyetinde meâlen, "Kalblere imanın sinmesi, yerleşmesi ancak ve yalnız zikr ile olur" buyuruldu. Tasavvufun ikinci gâyesi, ibâdetlerde kolaylık, lezzet hâsıl olması, nefs-i emmâreden doğan tembelliklerin, sıkıntıların giderilmesidir. Şunu da iyi anlamalı ki, tasavvufa sarılmak, herkesin bilmediklerini görmek, gaipten haber vermek, nûrları, ruhları ve kıymetli rüyâlar görmek için değildir. Bunların hepsi, boş ve fâidesiz şeylerdir. Her zaman görülen ziyânın, çeşitli renklerin ve tabîattaki güzelliklerin ne kusûrları vardır ki, insan bunları bırakıp da, başka şeyler görmek için, birçok sıkıntılara katlansın. Çünkü bu ziyâ da, o nûrlar da, bu güzel şekiller de, o şeyler de hepsi, Allahü teâlânın yarattığı şeylerdir ve hepsi Onun varlığını ve kudretinin sonsuzluğunu gösteren şahitlerdir. Tasavvuf büyükleri, her sözlerinde ve her hareketlerinde, sünnete uyup da, kendilerinde hiçbir keşf, keramet, hâl, görüş ve bilişler hâsıl olmaz ise, hiç üzülmezler. Fakat bunların hepsi hâsıl olup da, sünnete uymakta gevşek davranırlarsa, bunları hiç beğenmezler. İşte bunun içindir ki, bunların yolunda simâ' ve raks, yani mûsikî ve dans gibi şeyler yasaktır. Böyle şeylerden hâsıl olacak lezzet ve hâllere kıymet vermemişlerdir. İslâmiyetin izin vermediği şeylerin, hâsıl edeceği bütün hâller, zevkler, hep istidrâcdır. Zîrâ, kâfirlerde ve fâsıklarda da böyle hâller hâsıl olmakta ve bu kâinât aynasında, onlar da, tevhîd, keşf gibi şeyler öğrenmekte, içlerine doğmaktadır. Eski Yunân filozoflarından ve Hindistân'daki Cûkiyye ve Berehmen papazlarında da, bu hâller görülmektedir. Hâllerin doğru olmasına alâmet, İslâmiyete uygun olmaları ve harâm şeylerden hâsıl olmamalarıdır. Simâ yani mûsikî ve raks yani dans, lehv ve la'bdır, yani oyundur. Lokmân sûresi altıncı âyetinde, (Lehv-el-hadîs) tegannî ile okumağı yasak etmek için idi. Abdüllah ibni Abbâsın "radıyallahü anhümâ" talebesinden olan, imâm-ı Mücâhid, Tâbi'înin büyüklerindendir. Bu âyet-i kerîmenin, tegannîyi, müziği yasak ettiğini bildirdi.. Abdullah ibni Abbâs ve Abdullah ibni Mes'ûd "radıyallahü anhüm", bu âyet-i kerîmenin, tegannîyi yasak ettiğine yemîn etmiştir...