Geçen hafta, bir TV haber yorum programında spiker Diyanet'in bir üst düzey yöneticisine soruyor: "İstanbul'daki terör olaylarına ne diyorsunuz, İslamiyetle dolaylı veya doğrudan bir ilgisi var mı? Bu terör olaylarını düzenleyenler Müslüman oldukları için soruyorum." Diyanet görevlisi mealen şöyle cevap veriyor. "Bu tür terör olaylarına karışanlar, orijinal İslamı temsil eden kimseler değildir. Her inançta, her dinde olduğu gibi, İslam dininde de, orta yoldan ayrılan, ana caddeden sapan akımlar eskiden de vardı, bugün de var. Bunlar gerçek İslamı temsil etmedikleri için, bu olayları İslam ile irtibatlandırmak çok yanlış olur, İslama saygısızlık olur. Çünkü dinimiz, huzuru tesis için teröre, anarşiye mani olmak için geldi. Ondört asırdan beri de, orta yolda olan, müslümanlar bu tür olaylara karışmamışlar, bulundukları düzen, sistem ne olursa olsun, isyan etmemişler kanunlara, kurallara uymuşlardır. " Spiker araya girip soruyor: "Hocam siz daha iyi bilirsiniz de, bu vasıflarını, sınırlarını çizdiğiniz Müslüman tanımına bildiğim kadarı ile, "Ehli sünnet" deniyor. Anlattıklarınızdan benim anladığım gerçek İslamı Ehli sünnet inancında olan müslümanlar temsil ediyor. Bunların da terörle uzaktan yakından ilgileri olmamıştır. Bu düşünceme katılıyor musunuz?" Konuşmacı şöyle cevap veriyor: "Ben, yanlış anlaşılmasın, mezhepçilik yapıyor denilmesin diye bu tabiri kullanmak istemedim. Şu bir gerçek ki bu inançta olanlar bu tür olaylara hiçbir zaman katılmamışlardır." Evet, hem konuşmacının hem de spikerin tespitleri yerinde ve doğru bir yaklaşımdır. Tarihî bir gerçeğin ifadesidir. Ancak konuşmacı resmi görevinden dolayı, "Ehli sünnet" tabirini bir türlü ağzına alamadı. Halbuki doğrular her zaman açıkça ifade edilebilmeli. Böyle yapılamazsa, doğruyla, yanlış; sapla saman birbirine karışır. Doğruları bilmek, halkımızın hakkıdır. Doğrular açıkca ifade edilmezse, işte birileri böyle çıkar, din adına akıl almaz vahşetler sergiler. Bunun faturasını da, bir kişiyi öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir, bir insanı yaşatmak bütün insanları yaşatmak gibi yüce değerleri kendine gaye edinen dinimize çıkartırlar. Aynı haber yorumda, spiker yine sivri bir soru soruyor: "Dikkatlice gözlemlediğimizde, İslami terör adı ile ortaya çıkan, El Kaide ve bununla bağlantılı olan örgütlerin beslendiği, ortaya çıkartıldığı ortam, Ehli sünnet ile ilgisi olmayan, Selefi, Vehhabi inancı. Bunlar, Osmanlılar zamanında, kutsal topraklara yerleşebilmek için kadın çocuk, genç ihtiyar demeden binlerce Ehli sünnet Müslümanı katlettiler. Şimdi de Arabistan'dan çıkıp, diğer ülkelerde aynı vahşeti sergiliyorlar. Bu ve buna benzer sapık, kan dökücü akımları ortaya çıkartan, besleyip yönlendiren İngilizler olduğuna göre, bu terör olaylarının, bu olaylarda can veren masum kimselerin kanının dökülmesine sebep İngilizler değil midir? Bunu niçin açıkça ifade edemiyoruz?" Konuşmacı, Selefiliğin orta yoldan ayrılmış, İslamla ilgisi olmayan bir akım olduğunu ifade etmekle beraber, çekinmiş olacak ki, işi daha ileri götüremedi. Ehli sünnetin bu özelliği sadece bizce değil; Amerikalılarca da, İngilizlerce de malum. Teröre karşı olanlar bütün İslam aleminde Ehli sünnetin yayılmasına destek verseler, bu ülkelere Ehli sünnet hakim olsa, buralarda terör ve anarşi diye bir şey kalmaz. Fakat terörün olmasını mı olmamasını mı istiyorlar bu açık değil. Gerek 11 Eylül olayları, gerekse daha sonraki terör olayları sıradan bir vakıa olmadığı gibi hiçbir İslam ülkesinin üstesinden gelebileceği basitlikte değildir. Arkalarında büyük devletler olmadan yapılabilecek eylemler değildir. Bunlar, kendi menfaatleri doğrultusunda bunlara destek vermektedirler. Bunlara destek verilmese, Ehli sünnete destek sağlansa terör diye bir şey kalmaz...