Resûlullah efendimiz, hane-i saadetin etrafını çeviren müşriklerin üzerine toprak saçarak uzaklaşıp hazret-i Ebû Bekir'in evine gitti. Hazreti Ebû Bekir'e, "Hicret etmeme izin verildi" buyurunca, Hazret-i Sıddîk, sevincinden ağladı. Peygamber efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk yanlarına bir miktar yiyecek alarak yola çıktılar. İzleri belli olmasın diye parmaklarına basarak gidiyorlardı. Sevgili Peygamberimizin nâlini dar olduğundan, yolda parçalandı ve mübârek ayakları yaralandı, yürüyecek hâli kalmamıştı. Güçlükle Sevr Dağına çıkıp mağaraya ulaştılar. Kapı önüne geldiklerinde, hazret-i Ebû Bekir, içeri girdi. İçeriyi süpürüp temizledi. Sağında, solunda irili ufaklı birçok delikler vardı. Hırkasını parçalayıp, delikleri kapadı, fakat bir açık kaldı. Onu da ökçesi ile kapayıp, Resûlullahı içeri davet eyledi. "Ne oldu yâ Ebâ Bekr?" Peygamber efendimiz içeri girdi ve mübârek başını Ebû Bekir'in kucağına koyup uyudu. O sırada, hazret-i Sıddîk'in ayağını yılan soktu. Resûlullahın uyanmaması için sabredip, hiç hareket etmedi. Fakat gözyaşı Resûlullahın mübârek yüzüne damlayınca; "Ne oldu yâ Ebâ Bekr?" buyurdular. Hazret-i Ebû Bekir, "Ayağım ile kapattığım delikten, bir yılan ayağımı soktu" dedi. Resûlullah efendimiz, Ebû Bekir'in yarasına, iyi olması için mübârek ağzının yaşından sürünce, acısı hemen dindi, şifâ buldu. Resûlullah efendimiz ve Ebû Bekr-i Sıddîk içeride iken, müşrikler, iz tâkib ede ede mağaranın önüne geldiler. Mucize olarak, mağaranın ağzını bir örümcek, ağı ile örmüştü, iki güvercin de yuva yapmıştı. İz sürücü Kürz bin Alkame; "İşte burada iz kesildi" dedi. Müşrikler, "Eğer, onlar buraya girmiş olsalardı, kapının üzerindeki örümcek ağının yırtılmış olması lâzım gelirdi. Bu örümcek, ağını, Muhammed doğmadan önce örmüştür" dediler. Müşrikler kapı önünde münâkaşa ederken, içeride hazret-i Ebû Bekir endişeye kapıldı. Kâinâtın sultânı; "Yâ Ebâ Bekr! Üzülme!.. Şüphesiz Allahü teâlâ bizimledir" buyurdu. Sevgili Peygamberimiz ile hazret-i Ebû Bekir, bu mağarada geceli gündüzlü üç gün kaldılar. Hazret-i Ebû Bekir'in oğlu Abdullah, Mekke'de duyduklarını, geceleyin mağaraya gelip haber veriyordu. Sevr Mağarasından dördüncü günü ayrılan sevgili Peygamberimiz, Kusvâ adlı devesine binerek Mekke'den ayrıldı. Âlemlerin efendisi, Allahü teâlânın medhettiği, beldelerin en kıymetlisi olan Mekke-i mükerremeden, vatanından ayrılıyordu. Devesini Harem-i şerîfe doğru döndürüp, mahzûn bir hâlde; "Vallahi Sen, Allahü teâlânın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Rabbim katında en sevgili olanısın! Senden çıkarılmamış olsa idim, çıkmazdım. Bana, senden daha güzel, daha sevgili yurt yoktur. Kavmim beni, senden çıkarmamış olsalardı, çıkmaz, senden başka bir yerde yurt, yuva tutmazdım" buyurdu. O anda Cebrâil aleyhisselâm inip, üzülmemesini, sonunda Mekke'ye geri döneceğini müjdeledi. Yolculuk sâkin geçiyordu. Fakat Sürâka bin Mâlik, müşriklerin va'dettikleri dünyalıklara kavuşmak için Resulullah efendimizi takibe başlamıştı. Nihayet Peygamber efendimize saldırabilecek kadar yaklaştı: "Yâ Muhammed! Seni, bugün benden kim koruyacak!" dedi. Server-i âlem efendimiz de, "Beni, Cebbâr ve Kahhâr olan Allahü teâlâ korur!" cevâbını verdi. Peygamber efendimiz; "Yâ Rabbî! Onu düşür" diye duâ buyurdu. O sırada Sürâka'nın atı, iki ön ayaklarıyla dizlerine kadar yere battı. Bundan kurtulup, tekrar saldırmaya teşebbüs edince, atının ayakları yine yere saplandı. Sürâka, atını ne kadar zorladıysa da, onu bir türlü kurtaramadı. Çâresiz kalınca, şefkat ve merhamet sâhibi olan Resûlullah efendimize yalvarmaya başladı. Zarar vermeyeceğini söylüyordu. Kâinâtın efendisi; "Yâ Rabbî! Eğer o sözünde doğru ve samîmî ise, atını kurtar" diye duâ etti. Kurtulup geri döndü, gördüklerinden kimseye bahsetmedi. Takvâ üzerine kurulan mescid Peygamber efendimiz, hazret-i Ebû Bekir, Rebî'ül-evvel ayının sekizinde pazartesi günü, Mîlâdî 622 yılı Eylül ayının 20. günü kuşluk vakti "Kubâ" köyüne ulaştılar. Burada ilk mescidi yaptılar. Kubâ vâdisinde ilk cuma namazını kıldılar ve ilk hutbeyi îrâd ettiler. Kubâ Mescidi, âyet-i kerîmede meâlen; "Temeli takvâ üzerine kurulan mescid" diye buyurularak medh edildi. Daha sonra, Hazret-i Ali de gelip yetişti. Hep beraber, Medine'ye hareket ettiler. Medîneli Müslümanlar ve Muhâcirler, Efendimizi büyük sevinç ve coşku ile karşıladılar. Resulullah efendimiz, Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensârî hazretlerinin evine teşrif buyurdular. (Daha geniş bilgi için, "Kainatın Efendisi -Arı sanat yayınevi, 0212 520 41 51- kitabına müracaat edilebilir.) İşte Resûlullahın bu hicreti, Müslümanların "hicri yılbaşı" kabûl edildi. Bu vesile ile okuyucularımızın 1429 hicri yılını tebrik eder, bütün İslam âlemi için hayırlara vesile olmasını dilerim.