Eshâb-ı kirâmın inanışları hep aynı idi. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmiş işleri yapmakta da, birbirlerine uygun idiler. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açık bildirilmemiş birşeye inanmayı dînimiz emretmemiştir. Fen bilgilerinin çoğu böyledir. Bunlardan akla uygun olanlara inanılır. Açıkça emir veya yasak edilmemiş işler ise, böyle değildir. Böyle işleri yapıp yapmamakta, açıkça bildirilenlere benzetilmelerini, Allahü teâlâ, derin âlimlere emretmekdedir. Bu benzetmeyi yapabilecek derin âlimlere "Müctehid" denir. Bu benzetmek işine, "İctihâd" denir. Bir müctehidin ictihâd ederek elde etdiği bilgilerin hepsine, o müctehidin "Mezheb"i denir. Eshâb-ı kirâmın hepsi derin âlim, birer müctehid idiler. İslâmiyyet bilgilerinde, siyâset, idârecilik ve zamanlarının fen bilgilerinde ve tesavvuf ma'rifetlerinde birer deryâ idiler. Bu bilgilerin hepsini, Resûlullahın "sallallahü aleyhi ve sellem" mubârek cemâlini görmekle ve kalblere işliyen, rûhları çeken sözlerini işitmekle, az zamanda edindiler. Herbirinin mezhebi vardı. Mezhebleri az veyâ çok farklı idi. Tâbi'înin ve Tebe'i tâbi'înin arasında da müctehidler vardı. Bu müctehidlerin ve Eshâb-ı kirâmın mezheblerinden yalnız dördü kitâblara geçip, dünyânın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhebleri unutuldu. Bu dört mezhebin îmânları, Eshâb-ı kirâmın "radıyallahü teâlâ anhüm ecma'în" ortak olan îmânıdır. Bunun için, dördüne de "Ehl-i sünnet" denir. İmânları arasında esasta ayrılık yoktur. Birbirlerini din kardeşi bilirler. Birbirlerini severler. Birbirlerine uymıyan işlerini de, zarûret olunca, birbirlerini taklîd ederek yaparlar. Allahü teâlâ, mezheblerin böyle ayrı olmalarını istemiştir. Bu ayrılığın, Allahü teâlâ tarafından Müslümanlara rahmet olduğunu, Peygamberimiz haber vermiştir. Çünkü, dört mezheb arasındaki ufak tefek başkalıklar, Müslümanların işlerini kolaylaştırmaktadır. Her Müslüman, vücûd yapısına, yaşadığı iklim şartlarına ve iş hayâtına göre, kendisine daha kolay gelen mezhebi seçer. İbâdetlerini ve her işini, bu mezhebin bildirdiğine göre yapar. Allahü teâlâ dileseydi, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde, herşey açıkça bildirilirdi. Böylece, mezhebler hâsıl olmazdı. Kıyâmete kadar, dünyânın her yerinde, her Müslümanın tek bir nizâm, tek bir emir altında yaşamaları lâzım olurdu. Müslümanların hâlleri, yaşamaları güç olurdu.