İtikadı, imanı, Ehl-i sünnet velcemaat âlimlerinin kitaplarında bildirdiğine uygun olarak düzeltmelidir. Bundan sonra farz, vâcib, sünnet, mendûb, helâl, harâm, mekruh gibi fıkıh hükümlerini öğrenmeli, her işi bunlara uygun yapmalıdır. İmanı ve işleri düzelttikten sonra, kalbi Allahü teâlâdan başka şeylere tutulmaktan kurtarmak lâzımdır. Kalbin selâmeti için de, kalbe Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin düşüncesini getirmemek lâzımdır. Kalbe hiçbir düşüncenin gelmemesi için, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutmak lâzımdır. Öyle unutmalıdır ki, bir şeyi düşünmek için kendisini zorlasa, düşünemez olmalıdır. Bu çok kıymetli nimete (Fenâ-i kalb) denir. Bu büyük nimete kavuşturan yolların en kısası, Ebû Bekr-i Sıddîk'tan gelen yoldur. Bu yoldakiler başka yollardaki riyâzetler ve mücâhedeler yerine, sünnete yapışmışlar, bid'atten sakınmışlardır. Behâüddîn-i Buhârî "kuddise sirruh" hazretleri buyurdu ki: "Bizim yolumuz, yolların en kısasıdır". Lâkin sünnete yapışmak çok güç bir şeydir. Bu yolda, iki şeyi elden kaçırmamak lâzımdır: Birincisi, İslâmiyetin sâhibine uymak "aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm". İkincisi, bağlı olduğu rehberini yalnız Allah için sevmektir. Bu iki şey varken, hiçbir şey verilmese, hiç üzülmemelidir. Bir gün gelir, elbet verirler. Fakat, Allah göstermesin, eğer bu ikisinden birisi sarsılırsa, hâsıl olan hâlleri ve zevkleri istidrâc bilmelidir. Bunları harâblık ve yıkım saymalıdır. Doğru yol işte budur. İnsanı her şeye kavuşturan ancak Allahü teâlâdır. Bu yolda bir adım ilerlemek, başka yollarda yedi adım ilerlemekten daha fâidelidir. Peygamberlere uyarak ve vâris olarak, onların kemâlâtına kavuşturan yol ancak bu yüksek yoldur. Başka yollar, vilâyetin kemâlâtının sonuna ulaştırır. Eshâb-ı kirâm verâset yolu ile, Peygamberlik kemâlâtından çok şeylere kavuştukları gibi, bu yolun sonuna varanlar da, onlara uydukları için, o kemâlâttan çok şeylere kavuşurlar. Bu yolun başında ve ortasında olanlar, sonunda bulunanları çok sevdikleri için, "Kişi, sevdiği ile berâber olur" hadîs-i şerîfindeki müjdeye kavuşurlar. Bu yola girip de, bir şeye kavuşamıyan ve zarar eden kimse, bu yolun edeblerini gözetmiyen ve yenilikler, reform yapan ve edeblere uymayıp, rüyâlarına, hülyâlarına uyan kimsedir. Bu kimsenin yoldan çıkmasında, felâkete sürüklenmesinde, yolun günâhı nedir? O, rüyâlarının, hülyâlarının yolunda gitmektedir. Kâbe yolundan sapmıştır...