İnsanın, yaratılışında, mayasında iyilik etmek vardır. Bunun için kişiler iyilik yapamasa bile iyilik edeni sever ve onu unutmaz, hayırla yad eder. İnsanlara zulmedenleri ise sevmez, onları lânetle anar. Geçmişte yaşamış olan, Firavunlar, Nemrudlar, Şeddatlar, Hulagular, Haccaclar ile çağımızda yaşamış olan, Lenin, Stalin, Hitler gibi zalimler lânetlenmekte ve nefretle anılmaktadırlar. Günümüz zalimlerinin akıbeti de böyle olacaktır. Bundan şüpheniz olmasın. İnsanların iyiliği için çalışan, adaleti, merhameti ile meşhur Nuşirvan, Hz. Ömer, Ömer bin Abdülaziz ve Osmanlı sultanları iyilikleri ile anılmakta ve adaletleri, merhametleri dillerde dolaşmaktadır. Bugün Hz. Ömer ile ilgili dillerde dolaşan menkıbelerinden bir örnek sunmak istiyorum sizlere: Hazret-i Ömer zamanında, O'nun doğu cephesi kumandanı olan Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, Kûfe şehrinde bir köşk yaptırmak istedi. Arsaya bitişik bir mecûsînin evini satın almak îcâp etti. Mecûsî ise, satmak istemedi. Satması için ısrar edildi. Fakat o satmamakta kararlıydı. Ancak, yine de korku içindeydi. Mecûsî, satmaz isem acaba başıma bir iş gelir mi, bana bir kötülükleri dokunur mu diye endişeleniyordu. Evine gidip hanımına danıştı. Hanımı, "Onların Medîne'de bir Emîr-ül-mü'minînleri var. O'na gidip şikâyet et" dedi. Mecûsî, netice alacağından pek emin değildi. Koskoca Devlet başkanı benim arsam ile mi ilgilenecek, diyordu kendi kendine. Belki bir ümit, diyerek yola koyuldu. Medîne'ye varıp Halîfenin sarayını sordu: "Onun sarayı, köşkü yok. Kendisi şehir dışına çıktı" dediler. Gidip aradı. Askerleri, muhâfızları göremedi. Toprak üstünde uyumuş birini gördü. Buna, "Halîfe Ömer'i arıyorum, gördün mü?" diye sordu. Hâlbuki bu zât, hazret-i Ömer idi. Hazret-i Ömer sordu: "O'nu niçin arıyorsun?" "O'nun kumandanı, benim evimi zor ile satın almak istiyor. Onu kendisine şikâyet etmeğe geldim." "Ben Ömer'im benimle beraber gel" dedi. Hazret-i Ömer, mecûsî ile evine geldi. Kâğıt istedi. Evde kâğıt bulamadı. Bir kürek kemiği gördü. Bunu istedi. Kemik üzerine şöyle yazdı: "Bismillâhirrahmânirrahîm. Ey Sa'd, bu mecûsînin kalbini kırma! Yoksa, hemen yanıma gel!.." Mecûsî, kemiği alıp evine geldi. Hanımına dert yandı: "Hanım, boşuna yoruldum. Bu kemik parçasını kumandana verirsem, alay ediliyor sanıp, çok kızar. Bana bir zarar verir." Hanımı ısrar etti: "Hayır o sana bir zarar veremez. Git mutlaka bu kemiği ona götür!" Kadının ısrâr etmesi üzerine Sa'da gitti. Sa'd, askerleri arasında oturmuş, neş'e ile konuşuyordu. Sa'dın gözü, uzakta duran mecûsînin elindeki kemiğin üzerindeki yazıya ilişti. Emîr-ül-mü'minîn hazret-i Ömer'in yazısını tanıyıp ansızın rengi soldu. Bu âni değişikliğe herkes şaşırdı. Sa'd, mecûsînin yanına gelip, "Her ne istersen yapayım. Aman beni Ömer'in karşısına çıkarma! Zîrâ O'nun cezâsına tâkat getiremem" dedi. Mecûsî, adaletli kimselerin dinleri batıl olamaz deyip hemen müslüman oldu. Böyle birden bire nasıl müslüman oldun, diyenlere, şöyle cevap veriyordu: "Bunların Emîrlerini gördüm. Yamalı hırkasını örtünmüş, toprak üstünde uyuyordu. Büyük kumandanların bundan titrediklerini de gördüm. Bunların hak dinde olduklarını anladım. Benim gibi, ateşe tapan bir kimseye böyle adâlet yapılması, ancak hak olan bu dîne inananlara mahsustur..." Kur'ân-ı kerîmde, meâlen, "Allahı inkâr edenleri ve zâlimleri hiçbir zaman affetmem" (Nisâ-168) buyurmuştur. Allahü teâlâ, insanlara dâimâ merhametli emretmektedir. Peygamberimizin dâimâ barış tavsiye ettiğini, kendisine karşı çıkanlara bile şefkat elini uzattığını, bütün dünya tarihleri yazmaktadır. Zulümle kimse bir yere varamamıştır. Eden bulur. Zalimin zulmü varsa, mazlumun da Allahı vardır. Zalimlerin Müslümanları yok etmek için hesapları varsa, Allahın da bir hesabı var.