Bir zamanlar, Mekke'de Horasanlı bir kimse vardı. Oraya gelen yabancılar, eşya ve emânetlerini ona bırakırlardı. Bir defasında yine bir yolcu, kendisine onbin akçe emânet etmişti. Adam, bir müddet sonra emânetini almak üzere tekrar Mekke'ye geldiğinde, emânetçinin ölmüş olduğunu öğrendi. Meseleyi âile efrâdına anlattı. Fakat onlar, böyle bir emânetten haberlerinin olmadığını söylediler. O da Mekke'deki ulemâya durumu anlattı. Ne yapması gerektiği husûsunda fikirlerini sordu. Ulemâ ittifakla, "Biz Horasanlıyı gâyet dürüst ve sâlih bir insan olarak biliriz. Hakkındaki kanâatimiz odur ki, O Cennetliktir. Sen, gecenin üçte biri, yâhut yarısı geçince, Zemzem kuyusunun başını git ve orada, "Ey filân oğlu filân! Ben emânetin sahibiyim!" diye seslen. Ümit ederiz sana bir cevap verilecektir" dediler. Adam, üst üste üç gün bu harekete devam etti. Fakat ses sedâ çıkmadı. Alimler bu duruma şaşırdılar. "Bu durumda biz, Horasanlının Cehennemlik olmasından korkuyoruz. Merhût ismiyle bir vâdi vardır. Bu vâdîde bir kuyu bulunmaktadır. Gecenin üçte biri veya yarısı geçince onun başında, "Ey filân oğlu filân! Ben emânetin sahibiyim! diye nidâ et" dediler. Adam, söylenilen saatte oraya gitti ve o şekilde seslendi. Daha birinci seslenişinde bir ses kendisine cevap verdi. Emânetçinin sesini tanıyan ve dehşete kapılan adam, ona, "Buraya atılmana sebep nedir?" diye sordu. Şöyle cevap verdi: "Benim Horasan'da akrabâlarım, dostlarım vardı. Mekke'ye geldikten sonra hiç sıla-i rahim yapmadım. Arayıp sormadım, ziyâretlerine gitmedim. Nihâyet ömrüm sona erdi. İşte Allah beni bunun için cezâlandırarak buraya attı. Cezam bitene kadar burada kalacağım. Senin emânete gelince, o olduğu gibi duruyor. Âile efradımın ondan haberi yoktur. Ben onu, evin filân yerine saklamıştım. Çocuklarıma söyle. Eve senin girmene müsâade etsinler. Emânetini bıraktığın gibi aynen alırsın!.." Adam döndü. Emânetçinin çocuklarına başvurarak söylenen yeri aradı. Gerçekten parası olduğu gibi duruyordu... Şunu iyi bilmelidir ki, kişinin dinine zarar gelmiyecek sıla-i rahimde, birçok güzel haslet mevcuttur: Birincisi: Sıla-i rahimde, Allahü teâlânın rızâsı vardır. Sıla-i rahim yapan, yanî akrabâ ve dostlarını sırf Allah rızâsı için ziyârette bulunan kişi, Allahü teâlânın rızâsını kazanır. İkincisi: Sıla-i rahim yapmakla, akrabâ ve dostlarının gönlüne bir sürûr, bir sevinç verilmiş olur. Hadîs-i şerîfte, "Amellerin en fazîletlisi gönlüne sürûr verendir." buyuruldu. Üçüncüsü: Akrabâ ve dostlar ziyâret edilmekle, onların arasındaki akrabâlık bağlarının kopmasını arzûlayan ve bunun için çeşitli vesveseler veren şeytan kederlendirilmiş olur. Dördücüsü: Akrabâ ve dostlar ziyâret edilmekle ömür bereketlenir, uzar. Beşincisi: Akrabâ ve dostların ziyâret edilmesi, razkın bolluğuna ve bereketliliğine sebep olur. Altıncısı: Sıla-i rahim yapmakla, ölmüş olanlar sevindirilmiş olur. Zîrâ ecdâdımız, bizlerin dost ve akrabâlarımıza yapacağımız ziyâretlere sevinirler. Yedincisi: Sıla-i rahim; sevgi, muhabbet bağlarının kuvvetlenmesine vesîle olur. Zîrâ bir kimseyi sevindirecek veya kederlendirecek bir hâl vâki olduğunda, onun bütün akrabâ ve dostlarının dört bir yandan toplanıp kendisine yardımcı olmaları, onun neş'e ve sevincinin artmasına yardım eder. Sekizincisi: Akrabâ ve dostları ziyâret etmek, öldükten sonra da ecrin artmasına vesîle olur. Zîrâ sağlığında akrabâ ve dostlarına ziyâretlerde bulunup, onların gönüllerine neşe katan kişi, öldükten sonra, yakınları onun her iyiliğini andıklarında, kendisi için duâ edecekler, rahmet talebinde bulunacaklardır.