Zulüm yok olma, adalet var olma sebebidir. Adalet, bir milletin, bir devletin ayakta kalmasında en önemli etkendir. Adalet o kadar önemli bir şeydir ki, adaleti sağlayanlar asırlar geçse de unutulmaz. Hayırla yadedilir; emsal, örnek gösterilir. Her devirde, Müslüman, gayri müslim herkes tarafından örnek gösterilenlerin biri de Hz. Ömer'dir. Adaletin en önemli simgelerinden biri de özel mülkiyetin dokunulmazlığıdır. Hazret-i Ömer'in bir valisi Kûfe şehrinde bir köşk yaptırmak istedi. Arsaya bitişik bir Mecûsînin evini satın almak îcâp etti. Mecûsî ise, satmak istemedi. Satması için ısrar edildi. Fakat o satmamakta kararlıydı. Ancak, yine de korku içindeydi. Mecûsî, satmaz isem acaba başıma bir iş gelir mi, bana bir kötülükleri dokunur mu diye endişeleniyordu. Evine gidip hanımına danıştı. Hanımı, "Onların Medîne'de bir Emîr-ül-mü'minînleri var. O'na gidip şikâyet et " dedi. Mecûsî, netice alacağından pek emin değildi. Koskoca devlet başkanı benim arsam ile mi ilgilenecek, diyordu kendi kendine. Belki bir ümit, diyerek yola koyuldu. Medîne'ye varıp Halîfenin sarayını sordu: "Onun sarayı, köşkü yok. Kendisi şehir dışına çıktı" dediler. Gidip aradı. Askerleri, muhâfızları göremedi. Toprak üstünde uyumuş birini gördü. Buna, "Halîfe Ömer'i arıyorum, gördün mü?" diye sordu. Hâlbuki bu zât, hazret-i Ömer idi. Hazret-i Ömer sordu: "O'nu niçin arıyorsun?" "O'nun valisi, benim evimi zor ile satın almak istiyor. Onu kendisine şikâyet etmeğe geldim." "Ben Ömer'im benimle beraber gel" dedi. Bu nasıl hükümdar, böyle hükümdar mı olur, diye Mecûsî çok şaşırdı. Hazret-i Ömer, Mecûsî ile evine geldi. Kâğıt istedi. Evde kâğıt bulamadı. Bir kürek kemiği gördü. Bunu istedi. Kemik üzerine valiye hitaben şöyle yazdı: "Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu Mecûsînin kalbini kırma! Yoksa, hemen yanıma gel!.." Mecûsî, kemiği alıp evine geldi. Hanımına dert yandı: "Hanım, boşuna yoruldum. Bu kemik parçasını valiye verirsem, alay ediliyor sanıp, çok kızar. Bana bir zarar verir." Hanımı ısrar etti: "Hayır o sana bir zarar veremez. Git mutlaka bu kemiği ona götür." Kadının ısrâr etmesi üzerine valiye gitti. Vali, askerleri arasında oturmuş, neş'e ile konuşuyordu. Gözü, uzakta duran Mecûsînin elindeki kemikteki yazıya ilişti. Emîr-ül-mü'minîn hazret-i Ömer'in yazısını tanıyıp ansızın rengi soldu. Bu âni değişikliğe herkes şaşırdı. Vali, mecûsînin yanına gelip, "Her ne istersen yapayım. Aman beni Ömer'in karşısına çıkarma! Zîrâ O'nun cezâsına tâkat getiremem" dedi. Mecûsî, adamın bu yalvarmasını görünce, hayretten aklı gitti. Aklı başına gelince, hemen Müslüman oldu. "Böyle birden bire nasıl Müslüman oldun" diyenlere, şöyle cevap veriyordu: "Bunların Emîrlerini gördüm. Yamalı hırkasını örtünmüş, toprak üstünde uyuyordu. Büyük kumandanların, valilerin bundan titrediklerini de gördüm. Bunların hak dinde olduklarını anladım. Benim gibi, ateşe tapan bir kimseye böyle adâlet yapılması, ancak hak olan dîne inananlarda olur." Hazreti Ömer, işte bu adaleti sayesinde, kısa bir sürede, Suriye, Filistin, Mısır, İran ve Irak'ı devletinin sınırları içine aldı. Huzur ve sükunun hakim olduğu, Kuzey Afrika'dan Türkistan'a, Azerbeycan'dan Yemen'e kadar uzanan iki milyon kilometre karelik bir İslam devleti meydana geldi. Zulmedenin gücü ne olursa olsun yok olmaya mahkumdur. Cenâb-ı Hak, "imhâl" eder, fakat "ihmâl" etmez. Nitekim ayet-i kerimede zalimler için, "Onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor" (Nahl, 61) buyurulmaktadır.