Zulüm payidar olmaz!

A -
A +

Bir devlet, bir imparatorluk ne kadar güçlü olursa olsun, güçsüzlere adalet ile hareket etmezse, ayakta kalması fazla sürmez. Çünkü zulüm payidar olmaz! Osmanlının altı asır dimdik ayakta kalmasının esas sebebi budur. Osmanlı, barışta olsun savaşta olsun herkese adalet ile davranmışlardır. Bununla ilgili tarih kitaplarında binlerce olay, anekdot vardır. Bugün size kısa bir anekdot sunmak istiyorum: Avrupa Hıristiyanları, Papa'nın kışkırtması ile bir araya gelip, Osmanlı topraklarına saldırınca, Kânûnî Sultan Süleyman Hân ordusuyla sefere çıktı. Târihe şân veren ordu, ağır ağır hedefe doğru ilerliyordu. Yol dar olduğundan, ordu mecbûren bağların içinden geçiyordu. Hava çok sıcak idi. Asker susuzluktan kıvranıyordu. Çok güzel üzümleri bulunan, bir bağdan geçerken, askerin biri dayanamayıp, bağdan bir salkım üzüm kopardı. Yiyerek biraz olsun susuzluğunu giderdi. Sonra da, asmanın dalına, yediği üzümün çok üzerinde bir para bağlıyarak, yoluna devam etti. Çok geçmeden mola verildi. Askerler, kan ter içinde bir köylünün koşarak geldiğini gördü. Hıristiyan köylü ısrarla Pâdişâh ile görüşmek istiyordu. Köylüyü Kânûnî'nin huzûruna götürdüler. Kânûnî sordu,"Nedir bu hâlin, kan-ter içinde kalmışsın? Bir sıkıntın mı var?" Köylü rahat, kendinden emin bir şekilde, "Askerler, bağımın içinden geçerken..." daha sözünü tamamlamadan, Padişah sordu: "Yoksa bağına bir zarar mı vermişler?" "Hayır bağıma bir zarar vermemişler. Ben şikâyet için değil memnûniyetimi bildirmek için geldim. Ayrıca sizi tebrîk etmeğe geldim. Böyle bir askeri, böyle bir komutanı tebrîk etmemek insâfsızlık olur." Padişah merak edip sordu: "Askerlerim, sizi memnûn edecek ne yapmışlar?" "Askerleriniz bağdan geçtikten sonra, asmanın dalında bağlı bir çıkı gördüm. İçini açtığımda, para vardı. Dikkatli baktığımda, bir salkım üzümün koparıldığını gördüm. Anladım ki koparılan üzümün parası olarak bırakılmış. Sizde böyle güzel ahlâklı asker olduğu müddetçe sırtınız yere gelmez." Kânûnî, derhâl o askerin bulunmasını emretti. Orduda, tellâllar bağırtılarak, asker aranmaya başlandı. Hıristiyan köylü, bu askere ne gibi mükâfât verecek diye merakla beklemeye başladı. Nihâyet asker bulunup, Kânûnî'nin huzûruna getirildi. Kânûnî: "Niçin izinsiz iş yaparsın? Parası verilmiş olsa bile, sâhibinden habersiz, mal almanın câiz olmadığını bilmiyor musun" diye askeri azarladı. Sonra da: "Bu asker derhâl ordudan uzaklaştırılsın, diye emir verdi. Hıristiyan köylü heyecanla Kânûnî'ye sordu: "Ben bu askerin mükâfâtlandırılması için gelmiştim, fakat siz onu cezâlandırdınız." "Kursağında, harâm lokma bulunan bir askerle zafer kazanılmaz. Bunun için ordudan attım. Eğer aldığı üzümün parasını bırakmamış olsaydı, zâlimlerden olurdu. İşte o zaman cezası daha ağır olurdu." Aynı ordu, Belgrat yakınlarında, yine mola vermişti. Askerler, susuzluklarını gidermek, abdest almak için çeşme arıyorlardı. Bir manastırın yakınında bir çeşme bulup, su ihtiyâçlarını giderirken, manastırdaki râhib, birkaç râhibeyi iyice süsleyip, çeşmenin başına gönderdi. Kadınların geldiğini gören askerler, bırakın sarkıntılık etmeyi hemen çeşmenin başından çekilip, sırtlarını döndüler, süslü kadınlara yan gözle bile bakmadılar. Bu durumu uzaktan ibretle seyreden, râhib, hemen eline kâğıt-kalem alıp, Haçlı kumandanına olup biteni yazdı. Mektubun sonuna da şu kanaatini belirtti: Ey Haçlı kumandanları! Osmanlılarda bu ahlak varken netice almanız mümkün değildir. Siz onlardaki bu özellikleri ortadan kaldırmadan, onlarla savaşırsanız, canlarınızdan ve mallarınızdan mahrûm kalacağınız açıktır. Kendinizi ölüme atmayınız!.."

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.