Bir dostum derdi ki: "Antika eşyalar satılmasın. Eşyalar da sahipleriyle birlikte ölür... Bu yüzden onların mezarlığı da müzeler olsun!" İnsan; ister iyi, ister kötü olsun, alışkanlıklardan ve yaşadığı hatıralarından kolay kurtulmayı ve unutmayı başaramıyor... Kimi; eski, kimi; eskitilmiş ve kimileri de; yeni eşya satın almaya nedense çok düşkün oluyor... Alışkanlığından kurtulduğunda ise geç oluyor ama vazgeçmeden ölüp gidenleri de hatırladığında kendini yine de talihli hissediyor... * Eskiden beri; antika eşyaların açık artırmaya çıkartıldığı 'müzayede' lere ait davetiyeler ile birlikte gönderilen katalogları incelemek için saatlerce zaman ayıranları dün gibi hatırlıyorum... Bir gün 'Antikacılar Çarşısı' diye bilinen Horhor pazarına gittim... Beş katlı çarşının ikinci katını gezerken, içim karardı ve kendimi hemen dışarı atmak istedim... Çarşıdaki; İtalyan ahşap şamdanlar, İngiliz seramik biblolar, Avusturya rustik koltuklar, Fransız kristal avizeler, bohem şekerliklerden oluşan antika parçalarına bakınca, sanki asırlık bir mezarlığı dolaşan küçük bir çocuk gibiydim... Tek bir antika eşyayı bile satın almak arzusu içimden geçmiyordu... "Ağlayanın malı gülene yâr olmaz"mış atasözü ise kafamın içerisinde çalkalanıp duruyordu... Ve hiç kimse; hatıralarla yüklü o antik eşyaları satmamalı, almamalı ve hikâyeleri ile birlikte 'hatıralar' köşeleri oluşturup müzelerde sergilenmesine çalışmalı diye düşünüyorum... Ve o hatıra yüklü antika eşyalardan oluşan mezarlığa baktıkça yüreğim 'ölüm' var diyordu...