"Şehzade Medresesi büyük bir sevgi ve acıdan doğmuştur..." derler... Kanuni Sultan Süleyman çocukları arasında en çok Şehzade Mehmed'e düşkündür... Şehzade çocuk yaşlarında ağır bir hastalığa yakalanır. Sarayın tüm hekimbaşıları ve cerrahları Şehzade Mehmed'in iyileşmesi için çaba sarfeder. Ve gün gelir Şehzade iyileşir ve eski günlerine döner... Dermanına ve ağız tadına yeniden kavuşan Şehzade Mehmed'in durumuna sevinen Sultan Süleyman her yere elçilerini gönderir ve oradaki emirlerine halkın aç kalmaması için ne gerekiyorsa yapılmasını buyurur. Kırk gün kırk gece adeta şenlikler yapılır... *** Günler su gibi akıp giderken Şehzade Mehmed bazan hastalıkların pençesinde kıvranıp durur bazan şair ruhlu ve duygusal olduğundan kendini edebî eserlere verir. Gözü tahtta ve tacda hiç yoktur... Mütevazı halini ağabeyleri bilmesine rağmen babalarının sevgisinin Şehzade Mehmed'e büyük olduğundan, eninde sonunda tahtın kendilerine kalmayacağını anladıklarından sarayın koridorlarında sürekli komplo ve kumpasların yayılması için plan yaparlar. "Bu lanetli işi Kanuni başta iken yapmak imkansızdır" gerçeğine yenik düştüklerini anlayınca da tüm bildikleri 'Bizans'tan miras kalan oyunları sahneye koymakta ısrar ederler. 'Osmanlı sarayında sırları küplere koysanız da kâr etmez, padişahın her yerde gözü ve kulağı vardır' diye bilinmesine rağmen iktidar ihtirası akıllarının bin menzil önünde gitmesine de mani olamazlar. *** Kanuni ise tahtını kendinden sonra Şehzade Mehmed'e bırakmayı kafasına çoktan koymuştur bir kere. Bu yüzden Şehzade'nin iyi yetişmesi için sarayın tüm imkanlarını seferber eder. Şehzade Mehmed ise daima güleryüzlüdür... Sessizdir ama kararlarında çok da acımasızdır. Edeplidir... Sabırlıdır. Bir gün gazellerin döküldüğü sonbaharda Şehzade Mehmed Manisa'da yataklara düşer... Düştüğü yataktan bir daha belini doğrultup kalkamaz. Sultan Süleyman oğlunun dünyadan göç ettiği haberini duyunca çok üzülür ve gözyaşı döker. *** Sultan Süleyman cenaze namazının ardından Mimar Sinan'ı çağırır ve Şehzade Mehmed'in türbesi için bir külliye yapılmasını ister. Külliye yapılır ve içinde cami, mektep, imaret ile bir de medrese yapılır... Türbe de bu külliye içinde yeralır. Bir büyük acı böylece büyük bir sevginin ardından doğar. *** Bu yüzden ne vakit 'Bizans' oyunları yeniden sahneye konulsa, Felaket tellalları ara sokaklardan meydanlara çıksa, Fitne uykudan uyandırılsa, Bir damla suda fırtınalar kopartılsa, Dedikodu kazanları kaynatılsa, Fedakârlıklar enayilik gibi görülse, Adalet gecikse, Merhamet lügatten silinse, Dost dostu bir pula çizse; anlarım ki ateş ve ölüm arasında bir avuç dünya yine yalana teslim... Puslu havalar yine gelip çatmıştır kapılara... Kurtlar dumanlı havayı sever ne de olsa... *** İşte bugünlerde pencerenin kenarına oturup kin taşıyan mavi gözlü kargaların gökyüzünde zafer çığlıkları atarak dolaştıklarını seyrederim. Sinan aklıma düşer... Tartışılmaz bir deha olan El Fakir Sinan bile Tezkiret-ül Bünyan adlı eserinde şu satırları kaleme alır; -Dünya durdukça, eserlerimi gören akl-ı selim sahiplerinin çabamın ciddiyetini göz önünde bulundurarak, bunlara insaf ile bakacaklarını ve beni hayırlı dualarla anacaklarını umarım inşallah... *** Dünya yaradılışından beri anlarız ki iyiler de var, kötüler de var olacaktır, dünya durdukça... Mesele dua ile mi yoksa beddua ile mi anılmaktır... Sinan gibi dehalar bile şerlerin şerrinden kaçmış, bugün içinde nefes alan bizlere gelene kadar sabah olur... Ateş ve ölüm arasında bir avuç dünyanın adaleti de böyle işte...