Okullar tatil olunca, Anadolu'da kimileri uzaklardaki kentlere doğru yol alıyor, kimileri de, kimlerin uzak kentlerden Anadolu'ya gelebileceğine dair 'ihtimal' tahminlerini yaparak gün tüketiyordu... Kimileri de sarı buğday başaklarının boy attığı köylerine gidiyordu. Ve ben ise, küçük bir valizin yarısını kitaplarla dolduruyor ve büyükannemin dizlerinde soluğu alıyordum. * Kavurucu bir yaz sıcağı âdeta herkesi evlerinde yaşamaya mahkum etmiş gibi sokakları boşaltıyordu... Büyükanneme karnemi gösterdiğimi ve onun da ellerime uzattığı Cengiz Aytmatov'un Beyaz Gemi adlı eserini görünce sevindiğim günü unutamıyordum... Kitabı okuduktan sonra yazarın diğer eserlerini de bulup o yaz hepsini okuduğumu ve Beyaz Gemi kitabının bir tarafına ise; 'Bir beyaz gemi göndersem ve bize doğru kürek çekerek gelse...' diye not düştüğümü de dün gibi hatırlıyordum... * 1989 yılında Bişkek'te bir davette Cengiz Aytmatov ile tanıştığımda kitaba düştüğüm notu kendisine söylediğimde gülümsediğini ve; 'Bir gün mutlaka geleceğim... Beyaz bir gemi bulamasak da...' sözleri kulağımda çınlıyordu... Daha sonra defalarca İstanbul'da buluştuk Aytmatov'la ve Baş Başa programıma konuk olarak katıldı... Ve küçük bir çocuk iken kurduğum, yazıya döktüğüm hayalimin gerçek olduğunu görmüştüm. Aytmatov ise sözünde durmuş ve 'beyaz bir gemi' ile gitmese de 'beyaza boyalı bir uçakla' memleketim Elazığ'a gitmiş Hazar Şiir Akşamları'na katılmıştı... Ve Aytmatov başka bir söz daha vermişti; "Elazığ'ın romanını yazacağım" demişti... Ne acı ki ölüm yarıda bıraktırdı bu son romanını ve son sözünü... Ve o beyaz bir ata binip de gitti, tüm iyi adamlar gibi. Ve tahtadan yapılan beyaz bir gemiye binip de giden bu kalem, ardında binlerce kahramanı bizlere miras bırakarak... Acı ve ansızın bitiyordu kahramanların hayat hikayeleri. Şairin dediği gibi 'Kahramanlar gidiyor dönmüyor geri!'