Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün resepsiyonunda işadamı Erdoğan Demirören ile sohbet ediyoruz... Söz basına gelince, bazıları Demirören'e; medya sektörüne neden girmiyorsunuz? diye sorunca hafızalardan silinmeyecek bir cevap verdi. Diyordu ki; "Üç günlük dünyada ben eldeki dostlarımı kaybetmemek için uğraşırken, bir de her gün artan ve görünmeyen düşmanlarımla savaşacak kadar enerjim yok... Yeteri kadar düşman var zaten! Medyaya girmekle, düşman defterindeki sayıları çoğaltmaya değer mi?" * Türkiye'de ilk gazete dağıtım şirketini kuran İşadamı Erdoğan Demirören, daha sonra bu sektörden neden çekildiğini anlatmadı ama Bab-ı Ali'nin gelmiş geçmiş tüm patronlarıyla çok iyi dostlukları olduğunu da biliyorum... 80 öncesi Tercüman Gazetesi'nin patronu merhum Kemal Ilıcak, bir gün Demirören'e dertlenerek demiş ki; "Yahu kimsenin canını acıtmıyorum, kimseye haksızlık etmiyorum, sermayenin hep yanında yeralan bir yayın politikası izliyorum ama ne hikmetse tüm şirketler bana değil, can acıtana reklam veriyor... Bu işi de ben anlamadım!" * Aslında bu ülkedeki basını anlamayan sadece merhum Ilıcak değildi... O günden bugüne basının çarklarının nasıl dönmesi gerektiğini ve nasıl döndürüldüğünü hâlâ da anlamayan o kadar gazeteci, yazar ve patron var ki! Çünkü düşmanın nereden geleceği belli değil... Sürekli sisli bir alan... Lakin hepsini bir tek başlık altında toplarsak, Türk Basını'nı her zaman bu ülkenin siyaseti, yani siyasetçisi dizayn etmiştir... Sermaye de buna göre dümen tutmuştur... Siyasetin ve siyasetçilerin dizayn etmediği, edemeyeceği bir basına kavuşulduğunda gazeteciliğin ve yazarlığın ve dahi hakikattan başka parolası olmayan patronların rahat edebileceğini iddia ediyorum... * Ne demek istediğimi, 80'den sonra Türk basınına giren, çıkan, batan, batırılan, batırılmak istenen patronların akıbetine bakarak anlayacaksınız... Bu yüzden de Türk Basını her zaman statükocu olmuş ve desteklemek zorunda bırakılmıştır... "Ya yaşa ya da öl" anlayışı sonuna dek basına dayatılmıştır...Oysa bu sektördeki her ferdin tek derdi var; ayakta durmak istiyor! Tabii, kendi ayakları üstünde... Bu anlayış değişmediği için, bu yüzden Türk medya kanalları ve gazeteleri açık artırmaya çıkıyor, yerli sermaye dönüp bakmıyor bile... Acaba neden?