'İnsan en çok iki şeyden korkar; biri parasız diğeri yalnız kalmak...' Bunun dışında üçüncü bir korkunun olmadığı ısrarla vurgulanır. 'Bu iki korkuyla mücadele ederken de, kendi olmaktan çıkar!' diye de ilave edilir. Televizyonu unutmayalım! İnsan günümüzde televizyonsuz kalmaktan daha çok korkuyor. Televizyon olmayınca zaten yalnız zaten beş parasız kaldığını kabulleniyor. Sabahtan akşama kadar beyaz camın önünde elinde bir uzaktan kumanda sürekli durmadan seyrediyor... Televizyonsuz edemiyor, duramıyor... *** BBC'den emekli, Amerika'da Stanford Üniversitesi'nde drama profesörü olan Martin Esslin 1981 yılında 'Beyaz Camın Arkası' adlı eserinde; -Pencerelerin açık olduğu ılık bir gecede herhangi bir gelişmiş ülkenin herhangi bir şehrinin herhangi bir mahallesinde yürüyün, önünden geçtiğiniz her evden bir televizyon ekranından yansıyan mavimsi pırıltıları görürsünüz. Zaman makinesinden çıkmış bir kuşak öncesine mensup bir ziyaretçi buna, yani bütün insanların büyülenmişcesine gelip geçen görüntüleri saatlerce seyre dalmasına, pasif alıcılığa gömülmesine ne derdi acaba? sorusuna cevap arıyor. Bu yüzden parasız ve yalnız kalmanın ötesinde en çok televizyonsuzluktan korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmadı günümüzdeki insan. *** Soygunlar parasız kalacağına dair korkulardan dolayı yapılır... Hayatlarını kaybetme pahasına gerçekleştirilir... Zengin olabilme ihtimalinin getirdiği akılsızca bir hırsın ve para harcama hevesinin dürtmesinden kaynaklanır. Marazi hastalıkların tetikleyicisi de göğe dayanan binaları ile ünlü büyük şehirlerdir. Alış-veriş çılgınlıklarının yaşanması için inşa edilen devasa binalarda insan bir yandan kazanıyor, diğer yandan harcama yarışında sürekli kaybediyor. Her şeyde en iyi markaya sahip olma arzusu, kaliteli ürüne sahip olma duygusundan değil, dışındakilere yani etrafındakilere karşı güçlü olduğunu gösterebilme densizliğinden kaynaklanıyor. *** Doğu'nun ücra bir şehrinde üç caddesi dört sokağı ve iki üç tane doğru dürüst çarşının olduğu yerde insanlar bu kadar markaya sahip olup da ne yapacak? Bu kadar marka arabayı alıp nereye gidecek? Şehrin bir başından öbür başına gidip dönse üç kilometre... Kasıtlı ve hatta yine büyük uluslararası güçler tarafından bilinçli olarak büyük şehirlere yapılan göçlere izin verildi. El altından desteklendi. *** Siz bu kadar insanı getirip İstanbul'a yığmasaydınız; bu kadar içeceği, ekmeği, çikolatayı, kolayı, suyu, tuzu, biberi, arabayı, kazağı, gömleği, otu, tavuğu, balığı, eti, şekeri, çayı kime satacaktınız? Bu kadar güçlü nasıl olacaktınız? Uganda'da Mersedes-BMW bayisi olsanız dahi ne anlamı var ki? Satamadıktan sonra. Ama bu ülkede çok büyük bir anlamı var Mersedes-BMW bayisi olmanın... Bir tane alan bir tane de devlete alıyor, yetmiyor beş yılda ödediği pul paralarıyla bir de 'yerli araba' hediye ediyor devlete... Anlamadığım buna rağmen iki yakasını bir araya neden getiremiyor devlet?.. Yine de makasın ağzındaki açık neden kapanmıyor? *** Dedik ya insan iki şeyden korkarmış biri parasızlıktan diğeri yalnızlıktan... Buna televizyonu ilave etmeyi unutmayalım. Sabahtan akşama kadar beyaz camın önünde aile boyu oturan insanların, yukarıda saydığım yiyecek ve içeceklere ait markaların reklamlarını izlemekte, sonra da onları alabilmek için mücadele etmekte... İnsan evinde beyaz camsız olamıyor. Beyaz camın delileri gibiyiz hepimiz...