Birkaç gün önce memleketim Elazığ'daydım... En son üç yıl önce gitmiştim... Üç yıl aradan sonra, bereketli ovalara sahip kenti uçağın penceresinden seyrederken, bir yandan çocukluk ve gençlik yıllarımı hatırlıyor, diğer yandan sihirli bir değneğin âdeta kentin çehresini değiştirdiğini düşlüyordum... Beyaz dağların ardında âdeta 'saklı bir kent' gibi unutulan ve bir dönem 'kurşunların adres sormadığı', karanlık bir gecede, tenha bir ara sokak ortasında yüzlerce yiğidin kör bir kurşunla yerlere serildiği o karanlık günleri hatırladım... Anarşiye rağmen yine de ülkenin bir 'mektep şehri' idi... Esnafıyla... Talebesiyle... Cadde ve sokaklarıyla... Ve insanıyla... * Ya şimdi? Trafik derdi buralara kadar gelip dayanmış... Çevre illerden göç edenlerin sayısı bilinmiyor bile... Çarşı merkezi ise âdeta sabit bir fuar alanı gibi... Caddeler karşılıklı dükkanlarla dolu... Fabrika imalatı mobilyacılar, pastaneler, telefoncular, her markadan beyaz eşya bayileri, çiğ köfteciler, lokantalar, hazır giyim mağazaları, dershaneler, kafeler, kahvehaneler, marketler, bakkallar, eczaneler, banka şubeleri vs... Bunun adına ne acı ki bizde hâlâ 'ekonomi' deniliyor... * Sanayi şehirlerinin dışında Anadolu'nun her kenti böyle... İhracat yok denecek kadar az... Anadolu kentleri, sürekli ithal eden bir ülke gibi... İthalatın adresi de; İstanbul... Okul arkadaşım Avukat Vedat Pehlivan, şehrin geçirdiği serüveni anlattıkça üzüntüm daha da artıyordu... Kimi görsem makine, inşaat, elektrik, jeoloji mühendisi... Kime dokunsam işletme fakültesi mezunu... Kime sorsam tıp fakültesini bitirmiş... Hepsi de vatani görevlerini yapmış ve kahvehane köşelerinde bir iş bekliyor... Özel sektör âdeta bu kentlerde yok gibi... Tüm gözler devlet kapısında... Sermayesiz müteşebbislik zaten hayal... Tarlasını satan, şehirde ya bir bakkal, ya bir nalburiye ya da market açıyor... Maksat, iş olsun... * Beyaz dağların ardında bereketli ovalara sahip memleket Elazığ'da bir sabah Türkiye gazetesini okuduğumda, İstanbul Ticaret Odası Başkanı Murat Yalçıntaş dostumuzun bir beyanını okudum... Diyordu ki; "Bir yanda gençlik var iş arıyor, bir yanda iş âlemi var genç arıyor. Olacak iş değil bu." Kimsenin de anlayamadığı ve çözemediği düğüm de burası işte... * Beyaz dağların ardında bereketli ovalara sahip memleketim Elazığ'dan hüzünlü duygularla yedi tepeli İstanbul şehrine varıp, ofise geldiğimde masamın üzerinde Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa V. Koç'un bir mektubunu buldum... Mektubunu bir çırpıda okudum... Ardından mektupla birlikte gönderdiği kitapçığı okuyup bitirdikten sonra; -İşte aradığım buydu, dedim... Mektupta ne mi yazıyordu? Koç Holding 80. yılını kutladığı bu dönemde Mustafa V. Koç'un müthiş bir kampanyaya imza atması, kanaatimce yukarıda sıraladığım meseleye ilk defa ciddi çözüm üreten bir projeydi... Bu projenin detaylarını pazar günkü yazımda açıklayacağım...