Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın davetlisi olarak üç gün önce bir dönem efsane, bir dönem savaşların sahnesi diye hatırlanan Beyrut'a vardığımızda akşamüstüydü. Güneş başını alıp gitmişti kentten, sedir ağaçlarını karanlıkta bırakarak. Beyrut meçhul karanlığına çekilmişti usulca. Lübnanlı düşünür Halil Cibran'ın Beyrut için yazdığı şu satırlar düştü aklıma; "En yakın dostuna bile meçhulsün, onların ilgi dolu sevgisinden ve anlayışından çok uzaklardasın..." Sahi biz öyle değil miyiz? Meçhul denizlerde gemilerimizi yüzdürmekte usta değil miyiz? *** Lübnan kelime manası 'beyaz' demekti. Bir zamanlar bir hayatı bir arada yaşamayı bu coğrafyada öğrenemeyenler, beyaz kefenlere bile sarılamadan gömüldüler, Beyrut'taki sedir ağaçlarının altına. Ve yıllarca birbirlerini öldürmekten asla yorulmadılar...bıkmadılar...usanmadılar. Bu yüzdendi en yakın dostlarına meçhul oluşları. Osmanlı Devleti'nin bu coğrafyanın sınırlarından çıktıktan sonra Beyrut gibi Orta Doğu'nun bütün kentlerinin yüzüne; meçhul adamların meçhul amaçları hakim oldu... Beyaz ülke Lübnan meçhule teslim oldu yıllarca... Bir dönem kurşunları sıkan adresler de belliydi, kurşunları beyaz ülkeye gönderip de savaştıranların adresleri de belirliydi. Yani beyaz ülkede 'kurşun'lar 'adres'lerine sorarak gidiyordu... Bugün ise bitmeyen bir iç savaşın kalıntıları arasından yıllar sonra yeni bir ülke doğurulmaya çalışılıyor. *** Bedir ağaçları ile ünlü beyaz ülke Lübnan'da şimdilik 'silahlara veda' şarkısı söylense de eski Başbakan ve dünyanın sayılı zenginlerinden Refik Hariri'ye yapılan suikast, Beyrut'ta hâlâ gündemin ilk sırasını işgal ediyor. Bu sorunun cevabı belli değil... Lakin, kime sorsak Suriye diyor... Suriye bu intihara neden teşebbüs etsin? diye sorduğumuzda başlar öne eğiliyor ve yerini sessizliğe bırakıyor... Anlıyoruz, Refik Hariri gerçeğini... *** Ve başkent Beyrut... Ya yeni bir devrim ya da yeni bir iç savaşın kokuları ve korkuları ile gündelik hayatı yaşayan halklar, şimdilik seçimlerle yatıp-kalkıyor. Ya sedir devrimi yaşanacak ya da sedir savaşlarına geri dönecek, beyaz ülke Lübnan. Beyrut, tünelden çıkıp ya yeni bir tünele girecek, ya da kendi güneşine kavuşacak... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, uçakta biz gazetecilerle sohbet ederken, ülkemizdeki kurumlararası mutabakatın 'türban' konusunda sağlanmadığını belirtince, başka ülkeler bağımsızlıklarını koruyabilmek için düşmanlarıyla yanıbaşımızda savaşırken, biz kendi içimizde yaşamaktan acze düşenler gibi sürekli kavga zeminleri arayan 'deliler' gibi olduğumuzu düşündüm... Bir başbakan mutabakat arıyordu... Samimiyet içerisinde... Milletinin bir arada kardeşçe yaşaması içindi, bu çağrı... *** On yedi millet ve değişik dinlere mensup gruplar Beyrut'ta bir arada yaşamak için bir çabanın içine girmişken, biz hâlâ kurumlararası mutabakatın nasıl sağlanacağını düşünmekteydik... Hem de bu ülkenin Başbakanı ile... Biz hâlâ buralardaydık! Kurumlar kalitede yarışacaklarına, neden savaşırlar? Nedeni çok basit bir gerekçede gizli. Savaşarak ayakta kalmaktır... Her iktidara karşı verilir bu mücadele... Bilinçli oynanmaktadır bu oyun... Tek kuralı, kapalı kapılar ardında oluşudur. Hal böyle olunca da kurumlararası barış nasıl olacaktı ki? Lakin bütün kurumların el ele vererek bu ülkeyi bir yerlere taşıma telaşı ve heyecanı, savaşlar haricinde asla yaşanmadı bu topraklarda, son iki yüz yıldan beri... Bu da ayrı bir gerçek... Kronik muhalefet... Kronik siyaset... Kronik bürokrasi... *** Beyrut'ta bir akşamüstü, otelin lobisinde Ahmet Tezcan telefonuna kaydettiği 'Ah Le Yar' türküsünü dinlettikçe, kendime dedim ki, biz bu türküyü daha çok söyleriz bu coğrafyalarda... Lakin, 'Yar'ı kaybettikten sonra... Ağlamak için ve pişman olmak için 'Yar'ı kaybetmek mi gerekli? Beyrut'ta sedir ağaçlarının altında oturup 'Ah Le Yar'ı söyleyenlerin gözyaşları ve kanları ile sulanan bu beyaz ülkenin meçhuliyeti, bize hiç ibret değil mi? Bir arada yaşamak, birbirimizin saçına-başına ve kılığına ve kıyafetine bakmadan, bu kadar zor mu, bir arada dostça yaşamak ey ülkem? Sedir ağaçlarımızın altında...