Buyuruluyor ki; inandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız... Ne acı ki gittikçe toplum yaşadığı gibi inanmaya başlayan kalabalıklardan ibaretleşiyor... Kafasına göre yaşayan sonra da Kur'an'da yerini arayıp bulmaya çalışanlar da kalabalıklaşıyor... Bilhassa, Ramazan ayında ve diğer mübarek günlerde her yerdeki camilerin avlularında ve etrafında açılan seyyar tezgâh ve dükkânlarda müzikli ilahiler komedisi sergileniyor... Her tezgâhtan yükselen farklı ilahiler bir gürültü efekti oluşturuyor... Âdeta plakçılar çarşısındaki velvele gibi... Defalarca yazdık ama her defasında daha da beterleştiğine, velvele kültüründen ibaret bir anlayışa teslim olunduğuna şahit oluyoruz... Artık camilerin içerisine kadar girdi def, dömbek saz, zurna, ney ve daha kırk çeşit çalgı... Tasavvuf adı altında para ve kazanç kapısına dönüştürülen bu çarpık anlayışa birilerinin son vermesi gerekmiyor mu? Din bezirganlığı yapanların bu çılgın gidişatına dur diyebilecek bir ortak aklın ve vicdanın varlığına ve rehberliğine ihtiyaç var... Çalgı eşliğinde okunan ilahi, ezan, dinî hikâye ve evliya menkıbeleriyle hakikate ve Yaradana kavuşulmayacağını, layıkıyla Allah'a bir kul olunamayacağını büyük İslam âlimleri bildirmesine rağmen ısrarla ve inatla İslamiyeti müzik notaları arasına çekmek isteyenlerin ruhlarında bir bozukluk olduğuna inanıyorum... * Radyolar sabahtan akşama kadar müzikli ilahi çalıyor, televizyonlar ise ilahi klipleri gösteriyor... İslamiyet tebliğ dinidir ama bazıları müzikli din dersi vermeye çalışıyor... Neden? Çalgılar eşliğinde din adı altında yutturulmaya çalışılan bu hap aslında bir milletin dini ve imanını çalmaya yönelik tuhaf oyunlardan ibaret... Cüneyd-i Bağdadi, Abdülkadir Geylani, İmam-ı Azam Ebu Hanife, İmam Rabbani, Hacı Bektaş Veli ve Hazreti Mevlana, Mevlana Halid-i Bağdadi gibi bütün ehl-i sünnet âlimlerinin dergahlarında ne çalgılar eşliğinde ilahi okunmuş ve ne de ezan... Kim diyorsa da yalanın en büyüğünü söylüyor... * Kendi bozuk inanç ve zaaflarını İslamiyet'in içerisine monte etmeye çalışanlar ne kadar bozuk bir fırkanın değirmenlerine su taşıdıklarından habersiz olmaları mümkün değil... Bir de gittikçe bütün camilerde yaygınlaştırılan tabure ve sandalye meselesi var... Bedenen özürlü kişiler için oturarak namaz kılma iznini istismarın ötesine taşıyarak cami içlerinde sandalye ve taburelerden geçilmiyor... Sandalye ve sıralar üzerinde ısrarla namaz kılmaya çalışmakta direnmek de bir başka garabet... Böyle giderse camilerin arka tarafında başlayan sıralar gittikçe çoğalacak ve bir müddet sonra camiler sıralardan ibaret kiliselere benzeyecek... Sabahtan akşama kadar kırk bin hoca din adı altında akla hayale gelmeyen fetvalarıyla yığınla garabetlikler anlatıyor... Milleti, ehl-i sünnetten koparmaktan başka bir hedefi olduklarına inanmıyorum... Vehhabiler ve Şii'lerin değirmenlerine mürid taşımaktan başka bir işe yaramıyor... Bezirganların kim oldukları artık ortaya çıkartılmalı... İslamiyet, birilerin kafasına göre yaşayacağı bir din değildir... İnanıldığı gibi değil emr olunduğu gibi yaşanması gereken hak bir dindir...