Ne vakit; Aslan Beyin vişne bahçesine gizlice girse ve ellerini yeşil yaprakların arasında parıldayan vişnelere uzatıp da kopartmaya kalkışsa, gür sesli ve heybetli adamın kuyu başındaki sözlerini hatırlıyordu; Diyordu ki; "Çalma! Çalarsan mutlak çaldırırsın!" Ellerini geri çeker, vişnelerden neden mahrum kaldığını düşünür ve vişne ağacının gölgesine oturur, ağlardı... Çocuktu; gözleri önünde duran vişneleri kopartıp neden yiyemediğinin hikmetini anlayamıyordu... Çalmak da neydi? Kendi kendine;"Ama benim çaldıracak bir şeyim yok ki!" diyerek birilerine sormaya çalışıyordu ama korkuyordu... * Ne vakit; taşlı konağın arka bahçesindeki kara dut ağaçlarının tepesine çıkıp Aslan Beyin küçük kızını korkutmak istese, o esnada gür sesli ve heybetli adamın sözlerini hatırlıyordu; Diyordu ki; "Korkutma! Korkutursan, mutlak korkutulursun!" Korkutmanın keyfinden mahrum kaldığını düşünür ve kara dut ağacının altına oturur gölgesinde ağlardı... Çocuktu ve anlayamıyordu. Kendi kendine mırıldanıyordu; "Beni korkutacak kim olabilirdi ki?" * Bir gün dayanamadı ve bütün sorularını gür sesli ve heybetli adama sordu. O gülümsedi ve; "Eğer çalarsan, çaldıracağın, korkutursan, korkutulacağın, döversen, dövüleceğin, vurursan, vurulacağın günler er geç gelip seni bulacaktır... Bugün olmasa da mutlak o günler bir gün üzerine doğacaktır. Yapmazsan, olmayacaktır..." O günden beri biliyordu ki, her kötülüğün bir karşılığı vardı... Ağaçların altında yine oturuyordu ama gölgesinde gülüyordu... Ve ağlamaktan korkuyordu...