Ağlarken, gülümseyebilmeyi başarabilen kaç yürek vardı bu topraklar üzerinde? Bir tanesini tanıyordu. Diz çöküp de teslim olduğu günden beri... İhanet rüzgârlarının kapıya kadar gelip var gücüyle estiği günlerde, öfkeye, ister istemez yenik düşüyordu insan... O hâlâ gülümseyebiliyor ve buna şahit oldukça, yavaş yavaş sabrı da öğreniyordu... Yüreği kan ağlarken, acı ciğerini yakıyordu. Bir tek "kin" tutmasını bilmiyordu... O'nu seyrettikçe aklında iki soru vardı; Bir, tevekkül... İki, 'peki de kurtul!' sözündeki ' sır.' "Tevekkül"ü seyrederek öğreniyordu... İkinci sorunun cevabını ise bulamıyordu... * Ve o sırrı öğrendiği günü hiç unutamıyordu... Eline bir kâğıt ve bir kalem uzattı. "Yaz" dedi ve devam etti; Güven, Aşk, Peki... Yazdıktan sonra okudu ve imzaladı. Kâğıdı uzattı ve şunları söyledi; "İlk önce yol arkadaşına 'güven' şarttır. Ve insan güvendiğine 'âşık' olur. O halde hem güvendiği, hem de âşık olduğu dostun her dediğine 'peki' denilmez mi?" diye sorunca; "Evet" cevabını verdi. Ve sonra devam etti; "Eğer 'aşk' birinci sıraya alınırsa, çok defa insan aldanır..." * Küçük not kâğıdına yazılan üç kurşun gibi kelime hayatının vazgeçilmezi olmuştu... Bir pusuladaki gerçek gibi, aklının kuytu bir köşesine kazıdığı üç kelimeden ibaret düsturla hayat yolunda garip bir yolcu gibi ilerlemeye çalışıyordu... Nerede sona ereceğini bilmediği yollarda kaybolmaktan korktuğundan, o günden beri O'nun her sözüne 'Peki' diyeceğine yemin ediyordu... Bir kalem ve bir kâğıt, çok şeyi değiştirmişti hayatında... Artık; acı öfkesine yenik düşmemeyi, gülerken ağlamayı ve tevekkülü de kendisine azar azar öğretiyordu...