Yıllara dayalı dostluğumuzun bir gün, Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nin sessiz bir odasında mavi gözlerinde düğümleneceğini, benimle sadece kirpikleri ile konuşabileceğini nereden bilebilirdim ki... Ben hâlâ, mavi gözlü adamın o yataktan bir gün kalkabileceğine inanıyorum... Yeniden, Ankara'nın soğuk akşamlarının birinde Korgeneral Köksal Karabay Paşa, Saraçoğlu Paşa, Cengiz Köksal, Şefik Gül, Prof. Dr. Ahmet Fuat Peker, Beycan Saraylı ve Prof. Köksal Baloş gibi dostlarla sohbet edecekmişiz gibi, yatağından kalkmasını bekliyorum... * Hava Lojistik Komutanı iken ziyaret ettiğimde hiç unutmam, Emir Subayı demişti ki; -Mehmet Bey, sivil olarak bir tek sizinle görüşmeyi kabul etti... Duygulanmıştım. İçeri girdiğimde harfler dilinden tek tek dökülüyor ve sonra bir cümle oluveriyordu. Bir ara kahve getirildi. Mavi gözlü adam titreyen elleriyle kahveyi içmek isterken hafifçe üzerine dökünce, gözleri doldu ve gözlerime baktı; -İstifamı sundum... Komutanlarıma dedim ki, artık istifamı kabul edin çünkü üniformaya ayıp oluyor! dediğini anlatınca gözlerim doldu. * Lakin, istifasının kabul edilmediğini söyledi. Kanaatimce, komutanlar Reşat Paşa'nın istifasını kabul ettikleri takdirde, hastalığının daha hızlı seyredeceğini ve moral olarak çökebileceğini düşündüklerinden bir yıl daha görevde kalmasını istemişlerdi... Kurumların kuralları olduğu kadar, vefası da olmalı anlayışına şahit olmak beni daha çok duygulandırmıştı... Bu anlayışla karşı karşıya kalmak ise insana başka bir sadakat duygusu aşılıyor... * Üç yıldan fazla bir zamandan beri Gülhane'deki sessiz odasında gözleriyle konuşan ve amansız ALS hastalığı ile uğraşan Reşat Paşa nerden aklıma geldi? Geçen günlerde, Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanvekili Suna Kıraç'ın, 'Ömrümden Uzun İdeallerim Var' adlı kitabını okuduğumda, aynı hastalığın verdiği ıstıraba şahit oldum. 6 yıldan beri gözleriyle konuşan, kirpikleri ile tasdik eden Suna Kıraç ve Reşat Paşa'nın ALS hastalığı çok ender görülen bir rahatsızlık... Suna Kıraç'ın hastalığı ile aynı kaderi paylaşan General Reşat Turgut'un; "Üniformaya ayıp oluyor..." sözünü ömrüm boyunca belki de hiç unutmayacağım. * Alfabedeki harfleri gözleriyle işaret ederek konuşabilenlerin hastalığı... Amansız bir dert... Ve dermanı bulamayan modern tıp... Para tuzaklarının içinde boğulan modern tıp dünyası, her gün yeni bir ilaç ve yeni bir cihaz bulmaktan başka ne yazık ki bir şey yapamıyor... Bir general hastalığından dolayı görevde kalmasını üniformasına ayıp ettiğini düşünüyor da, her gün milyonlarca hastanın modern tıbbın hastane kapılarında şifa ararken, hastalıkların çaresini sadece makine parkurundan geçirip, reçeteyi de ilaçla doldurarak faturayı kabartan beyaz üniformalılar acaba bu değerli insanlara, daha doğrusu tüm insanlığa ayıp etmiyor mu?