Petrole ilişkin çok şey yazılıyor. Yazılanlar, petrolün keşfinden bugüne kadar gelişinin rutin akışıdır. Perde arkasındaki gerçeklerin ne kadarı bize yansıtıldığı ise belli değildir... Bizim tarih penceresinden petrol dosyasına baktığımızda, perde arkasındaki ilk gelişmeler Sultan Abdülaziz Han zamanına denk gelir. Sultan Abdülaziz Han'ı katlettiren İngilizler, tahta Sultan V. Murad'ın geçeceğini ve uzun bir dönem de kalacağını hesaplarlar. Sultan V. Murad tahtta kısa bir dönem kalınca, yerini Sultan II. Abdülhamid Han'a bırakır. Asrının en büyük siyasi dehalarından biri olan Sultan II. Abdülhamid Han tahta çıkmadan yirmi yıl önce Galiçya'da petrol bulunduğunu, İngiliz-Fransız-Alman ve Rusların bölgedeki petrol için büyük bir mücadeleye girdiklerini de biliyordu. Petrolün kara bir bela olduğunu da tahta çıkmadan önce gören Sultan II. Abdülhamid Han, İngilizler ve Bismark'ın Almanya'sının büyük devlet iddiasına sahip olmak için birinci şartın petrol yataklarını ele geçirmekten geçtiğinin de farkındaydı... *** İngilizler, Osmanlı'nın desteğini alabilmek için Adana-Mersin demiryolu; Almanlar ise Bağdat demiryolu inşası hususunda Sultan II. Abdülhamid Han ile anlaşırlar. Neden topraklarımızı demir ağlarla ördüler? Bu sorunun cevabını gazeteci Raif Karadağ, Petrol Fırtınası adlı kitabında şöyle açıklıyor; "Osmanlı İmparatorluğu'nun üç kıtaya dağılan vüs'atı gözönüne getirilirse, her iki devletin de Mezopotamya'da imtiyazlar almak istemelerini petrolden başka bir sebebe bağlamak mümkün değildir..." Petrole ait karanlık soruların cevaplarını bulan Raif Karadağ, Ankara'da esrarengiz bir şekilde otel odasında ölü bulundu ama gerçek bulunamadı. Faili meçhuldür... *** Alman ve İngilizlerin Mezopotamya'daki 'asıl ve daima gizledikleri' maksatlarını tesbit eden Sultan II. Abdülhamid Han, demiryolu projelerinin altında petrol imtiyazından başka bir şey olmadığının da farkındaydı. 1890 yılında Sultan II. Abdülhamid Han bütün ülkelerin gizli maksatlarını yok edecek ve tehlikeyi önleyecek tedbiri alır ve irade-i seniyye ile Musul petrol sahasını kendi şahsi mülkü, arazisi olarak ilan eder. Almanya ve İngiltere büyük hayal kırıklığına uğrar, alınan bu kararla. Yapabilecekleri 'daha doğrusu diplomatik yolla' bir şey yoktu ama 'diplomatik olmayan yolla' yapacakları çok şeyleri vardı... *** 1896 yılında petrolcüler İstanbul'daki İngiliz sefiri Philip Currie kanalıyla Bab-ı Ali'yi ve Sultan II. Abdülhamid Hanı sıkıştırdı. Almanlar da sefirleri Von Wangenheim vasıtası ile değişik oyunlar sergiledi. Payitaht İstanbul gizli oyunların sahnesine dönüştürüldü. Sonunda, Mısır ile Osmanlı İmparatorluğu arasında bir hudut meselesi çıkartmakta gecikmediler. Kısacası bir varil petrol uğruna altı yüz yıllık devleti en sonunda viraneye çevirdiler. Petrollerine sahip olduğumuz ülkeler bir bir elden gitti. Anadolu'da bir başımıza kaldık o günden beri. Anlamadığım, dün bizden istedikleri petroldü... Ya son kırk yıldan beri bizden ne isteniyordu? Bu sorunun cevabı net olarak bilinmiyor...söylenmiyor... Neden teröristi ve terörü bitmeyen bir coğrafya olduğumuz millete izah edilse de rahatlayabilsek... Osmanlı Devleti'nin Galiçya'da, Yemen'de ne işi vardı? diye soru soran boş ve başka ülkelere ait kafalara da bilinmeyen tarihin anlatılması gerek! Bu da faili meçhul değil ya!